Türk sinemasının efsane ismi Adile Naşit’in oğlunu neden kaybettiği sorusu, kamuoyunda yeniden tartışılmaya başlandı. Peki, Adile Nasit'in oğlu Ahmet neden öldü?
Ahmet neden öldü?
1952 yılında dünyaya gelen Ahmet Keskiner, Adile Naşit ile tiyatrocu eşi Ziya Keskiner’in tek çocuğuydu. Her ne kadar sağlıklı bir şekilde doğmuş gibi görünse de, küçük yaşlarda bazı sağlık sorunları baş göstermeye başladı. Ahmet’in kalbinde doğuştan bir delik vardı. Bu tıbbi olarak “ventriküler septal defekt (VSD)” olarak bilinen ve kalbin karıncıkları arasında anormal bir açıklık oluşmasıyla ortaya çıkan ciddi bir rahatsızlıktı.
Bu hastalık zamanla çocuğun enerjisini düşürüyor, gelişimini yavaşlatıyor ve ilerleyen dönemlerde ciddi komplikasyonlara yol açabiliyordu. Ahmet, bu sorunla mücadele ederken ilkokul ikinci sınıfa geldiğinde sağlık durumu daha da kritik hale geldi.
Umutla beklenen ameliyat, acı sonla bitti
Ailesi, Ahmet’in hayatını kurtarmak için tıbbi müdahale yolunu seçti. 1966 yılında, Ahmet bir kalp ameliyatına alındı. Dönemin tıp imkânları sınırlıydı, ancak yine de bu tür ameliyatlar umut verici sonuçlar doğurabiliyordu. Ancak ne yazık ki Ahmet için işler beklenildiği gibi gitmedi. Ameliyatın ardından minik Ahmet bir daha gözlerini açamadı. Operasyon sonrası yaşama tutunamayarak hayatını kaybetti.
Sahne arkasında gizlenen yas
Ahmet’in ölüm haberi geldiğinde Adile Naşit İzmir’de turne programındaydı. Gazanfer Özcan – Gönül Ülkü tiyatrosu ile sahneye çıkacağı gün, hayatının en acı haberini aldı. Yıkılmıştı. Ancak bu haberin geldiği gün, aynı zamanda onun doğum günüydü. Bir yanda doğum, diğer yanda ölüm... Bu çelişki Adile Naşit’in hayatının en ağır sahnesini yarattı. Tüm acısına rağmen, seyirciye yansıtmadan sahneye çıktı. Oyunculuğun en acı yüzüyle tanıştı o gün; sahnede kahkaha atan bir annenin kalbinde fırtınalar kopuyordu.
O günden sonra hiçbir şey aynı olmadı
Adile Naşit, oğlunun ölümünden sonra bir daha asla eski neşesine tam anlamıyla kavuşamadı. Ancak yasını içine gömerek, bunu çocuklara duyduğu sonsuz sevgiye dönüştürdü. 1980’de TRT’de yayınlanan Uykudan Önce adlı çocuk programında “Masalcı Teyze” olarak ekranlara çıktı. O günden sonra, kendi Ahmet’ine anlatamadığı masalları, Türkiye’deki milyonlarca çocuğa anlatmaya başladı. “Kuzucuklarım” diye seslendiği çocuklar, onun içsel yas sürecinin ve şefkat arayışının dışavurumuydu.
Sanat ve acının kesişim noktası
Adile Naşit’in hayatındaki bu büyük acı, onun sanatını daha da derinleştirdi. Sinemada anne karakterlerine verdiği ruh, gerçek bir annenin içinden gelen sıcaklıkla yoğrulmuştu. Hababam Sınıfı’ndaki Hafize Ana rolü ya da Münir Özkul ile oynadığı anne tiplemeleri, sadece oyunculuk değil; içsel bir anneliğin sahnedeki izdüşümüydü. Yaşadığı bu kişisel trajedi, onu hem seyircinin gözünde daha samimi hale getirdi hem de Türkiye'nin kalbinde efsanevi bir yer edinmesini sağladı.
Ahmet’in ardında kalan miras
Ahmet Keskiner’in erken kaybı, sadece bir annenin değil, bir ulusun yüreğinde yer etmiş bir hikâyeye dönüştü. Adile Naşit’in şefkati, içtenliği ve sıcaklığı, aslında bir annenin kaybettiği oğluna olan özleminden doğdu. Ahmet yaşasaydı, kim bilir Masalcı Teyze olur muydu? Belki de olmazdı. Ama o olmadı, biz kazandık. Çünkü Adile Naşit, kendi evladına veremediği sevgiyi bir kuşağa armağan etti.





