Ankara Barosu Genel Sekreteri Elçin Özge Şimşek Çağlayan, 2025’e damga vuran hukuksuzlukların başında Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmamasının geldiğini belirterek, hasta tutukluların yaşam hakkının sistematik şekilde ihlal edildiğini vurguladı.
Elçin Özge Şimşek Çağlayan kimdir?
Elçin Özge Şimşek Çağlayan, avukat olup Ankara Barosu Genel Sekreterliği görevini yürütmektedir. Baro yönetiminde aktif sorumluluk üstlenen Çağlayan, Ankara Barosu’nun idari işleyişi, kurumsal karar süreçleri ve mesleki faaliyetlerinin koordinasyonunda görev almaktadır.
Mesleki çalışmaları kapsamında hukuk devleti ilkesi, insan hakları, anayasal güvenceler ve yargı bağımsızlığı başlıklarında baro adına kamuoyuna yönelik açıklamalar yapmaktadır. Ankara Barosu’nun hak temelli yaklaşımını temsil eden isimler arasında yer almaktadır.
"Yılı Kapatırken: Hafızaya Kazınan Anayasal Bir İhlal" adlı yazısı gündem oldu
Elçin Özge Şimşek Çağlayan’ın kaleme aldığı yazıda, 2025 yılı hukuk karnesinin en belirgin sorununun Anayasa Mahkemesi kararlarının sistematik biçimde uygulanmaması olduğu vurgulanmaktadır. Bu durumun, bireysel hak ihlallerinin devamına yol açtığı ve hukuk devleti ilkesini zedelediği ifade edilmektedir.
Yazıda, anayasa yargısının etkisizleştirilmesinin yargı kararlarının bağlayıcılığına olan güveni sarstığı, bunun da ciddi bir hukuki güvenlik krizine neden olduğu belirtilmektedir. Bu tablonun istisna olmaktan çıktığı ve yapısal bir sorun haline geldiği aktarılmaktadır.
Hasta tutuklu ve hükümlüler açısından ortaya çıkan sonuçlara dikkat çekilen metinde, cezaevlerinde tedaviye erişimi kısıtlanan yüzlerce kişinin bulunduğu, bu durumun kişi özgürlüğüyle birlikte doğrudan yaşam hakkının ihlali anlamına geldiği ifade edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmamasının, devletin yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediğini gösterdiği belirtilmektedir. Tutukluluğun sağlık koşullarını ağırlaştıracak şekilde sürdürülmesinin ölçülülük ilkesini ihlal ettiği vurgulanmaktadır.
Tayfun Kahraman örneği üzerinden, hak ihlali tespitine rağmen özgürlükten yoksun bırakılmanın devam etmesinin sorunun münferit değil, anayasal düzeyde yapısal bir kriz olduğunu ortaya koyduğu ifade edilmektedir.
Yazının sonunda, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmasının bir tercih değil anayasal zorunluluk olduğu, yaşam hakkının ertelenemez bir devlet yükümlülüğü teşkil ettiği vurgulanmakta ve şu ifade ile metin sonlandırılmaktadır:
“Anayasal güvenceler askıda kalamaz, yaşam hakkı pazarlık konusu yapılamaz ve yargı kararları uygulanmadıkça hiçbir yıl hukuken kapanmış sayılamaz.”




