Fransa’nın Poitiers kentinde, yüksek sosyeteye mensup bir ailede dünyaya gelen Blanche Monnier’in yaşamı, korkunç bir trajediye dönüştü. 19. yüzyıl sonlarında yaşanan bu olay, insan aklının alamayacağı bir zulmün kanıtı olarak tarihe geçti.
Toplumun gözdesiydi
1864 yılında doğan Blanche Monnier, dönemin burjuva ailelerinden birine mensuptu. Zenginliği ve güzelliğiyle dikkat çeken genç kadın, sosyal çevrede oldukça popülerdi. Piyano çalmayı sever, gelecekte mutlu bir yuva kurma hayalleri kurardı. Ancak bu hayaller, hayatının dönüm noktasına dönüşecek bir kararla son buldu.
Aşkı hayatına mal oldu
Blanche, toplumun onaylamadığı bir aşk yaşadı. Maddi durumu yetersiz bir avukata âşık olmuştu. Bu durum, özellikle annesi Madame Monnier tarafından kesinlikle kabul edilmedi. Kızının “aşağı sınıftan” biriyle evlenmesini “ailenin onuruna leke” olarak gören anne, genç kadının bu ilişkiden vazgeçmesi için baskı uyguladı.
Blanche geri adım atmadı. Sevdiği adamdan vazgeçmeyeceğini açıkça dile getirdi. Bunun üzerine annesi, akıllara durgunluk veren bir kararla onu evin çatı katında bulunan küçük bir odaya kilitledi. Blanche henüz 25 yaşındaydı.
26 yıllık kabus başladı
Genç kadın, zincirlenerek yatağa bağlandı. Tuvalete gitmesine izin verilmedi, sadece artıklardan oluşan yiyeceklerle hayatta kalması sağlandı. 9 metrekarelik karanlık bir odada geçen 26 yıl boyunca, dış dünyadan tamamen izole şekilde yaşamaya zorlandı.
Blanche’in kardeşi Marcel’in bu olayda nasıl bir rol üstlendiği tartışmalı olsa da, en azından durumu bilip sessiz kaldığı kesin. Annesiyle birlikte toplumun gözünde Blanche’in ortadan kayboluşunu “gizemli bir kayıp” olarak göstermeye çalıştılar. Zamanla herkes onu unuttu. Aşık olduğu adamın 10 yıl sonra ölmesiyle birlikte, Blanche’i hatırlayan kimse kalmadı.
Bir mektupla ortaya çıkan gerçek
1901 yılında Paris Başsavcılığı’na isimsiz bir mektup ulaştı. Mektupta şu ifadeler yer alıyordu:
“Şerefiniz üzerine sizi çok ciddi bir olayı bildirmekle görevlendiriyorum. Mademoiselle Monnier, annesi Madame Monnier’in evinde 25 yıldır pislik içinde, açlıktan ölmek üzere kilitli tutulmaktadır.”
Polis ekipleri mektubun ardından hemen eve baskın düzenledi. Çatı katında, dayanılmaz bir koku eşliğinde kapısı kilitli bir odada buldukları manzara tüyler ürperticiydi.
51 yaşındaki Blanche, tamamen çıplaktı. Yıllardır yıkanmamış, kesilmemiş saçlarıyla tanınmayacak haldeydi. Yatağı; yiyecek artıkları, böcekler ve kendi dışkısıyla kaplıydı. 25 kiloya kadar düşmüş ve akıl sağlığını yitirmişti.
Toplumun tepkisi büyük oldu
Olayın ortaya çıkmasının ardından Madame Monnier, sadece 15 gün sonra hayatını kaybetti. Poitiers halkı öfkeliydi. Evlerinin önünde toplanan kalabalık, bu insanlık dışı muameleyi lanetledi.
Marcel Monnier ilk etapta suçlu bulundu, ancak temyiz mahkemesi onu serbest bıraktı. Fransa ceza kanununa göre, bir bireyin aile üyesini hayati tehlikeden kurtarma yükümlülüğü yasal bir zorunluluk sayılmadığından, yargıçlar onu akladı. Ayrıca zihinsel kapasitesi yetersiz bulunarak ceza almadı.
Blanche bir daha asla iyileşemedi
Kurtarılmasının ardından bir psikiyatri kliniğine yatırılan Blanche Monnier, ömrünün geri kalanını burada geçirdi. 1913 yılında, 64 yaşındayken hayatını kaybetti. Aşırı travma ve izolasyonun etkisiyle, akıl sağlığı bir daha düzelmedi. Anoreksiya, şizofreni, teşhircilik ve dışkı yeme bozukluğu gibi birçok psikolojik rahatsızlıktan muzdaripti.
Sessiz bir hayatın korkunç sonu
Blanche Monnier, sıradan bir hayat sürmeyi umarken, tarihe “Poitiers’in Mahpusu” olarak geçti. Yaşamı, bir annenin acımasızlığı ve toplumun körlüğü nedeniyle trajik bir sona dönüştü. Bu korkunç hikâye, aile içi şiddetin ve psikolojik travmanın ne denli derin izler bırakabileceğini gösteren ibretlik bir örnek olarak hafızalara kazındı.