1766 İstanbul Depremi’nde yıkılan Fatih Camii, bugün ayakta duruyorsa bunu adını çoğu kimsenin bilmediği bir Osmanlı mimarına borçlu: Mehmed Tâhir Ağa. Peki, Fatih Camii'ni yeniden inşaa eden Mehmed Tahir Ağa kimdir?

Mimar Mehmed Tahir Ağa kimdir?

Osmanlı mimarlık tarihinin en çok zikredilen ismi Mimar Sinan olsa da, onun ardından gelen yüzyıllarda taşın ve estetiğin diline ruh katan pek çok isim gölgede kalmıştır. Bunlardan biri de 18. yüzyılda üç kez Hassa Başmimarlığı yapmış, Lâleli, Ayazma, Zeynep Sultan ve Beylerbeyi camileriyle İstanbul’un çehresine imzasını atmış olan Mehmed Tâhir Ağa’dır. Ne doğum yılı kesin olarak bilinmektedir, ne de ailesi hakkında detaylı bilgiye sahibiz. Ancak geride bıraktığı eserler ve belgelerdeki izler, onu mimarlık tarihimizde derinlikli biçimde düşünmeyi hak eden bir figür kılmaktadır.

Üç Dönemlik Mimarlık Serüveni

Mehmed Tâhir Ağa, I. Mahmud devrinde henüz 12 yaşında bir çocukken babasıyla birlikte Avusturya ve Rusya seferlerine katılır. Bu erken tecrübe, muhtemelen hem bir askerî hem de yapısal gözlem yetkinliği kazandırır. 1760’ta vekâleten, 1761’de asaleten Hassa Başmimarı olur. Görevi zaman zaman elinden alınsa da, üç kez bu önemli makama getirilmesi, yalnızca teknik ehliyetinin değil, dönemin siyasi ve estetik beklentilerine de karşılık verebilme kabiliyetinin bir göstergesidir.

Görev yaptığı dönemlerde İstanbul’un çehresinde derin dönüşümler yaşanır. Özellikle 1766 depremi sonrası kentin yeniden inşasında rol alır. Kalelerden köprülere, camilerden külliyelere kadar pek çok yapı onun gözetiminde ya inşa edilmiş ya da restore edilmiştir.

Terkip Üslubunun Temsilcisi

Tâhir Ağa’nın mimari yaklaşımı, klasik Osmanlı formunu Batı’dan gelen süsleme etkileriyle terkib ederek, bir geçiş dönemi estetiği üretmek üzerinedir. Onun eserlerinde göze çarpan şey yalnızca barok motifler veya dalgalı hatlar değildir; asıl dikkate değer olan, bu süslemelerin klasik mimari omurgayı bozmadan nasıl yerleştirildiğidir.

Bu anlamda, Lâleli Camii onun en önemli ve en kişisel eseridir. Külliyesiyle birlikte padişah için inşa edilen cami, klasik Osmanlı plan şemasını sürdürürken, barok tezyinatıyla dönemin ruhunu yansıtır. Cami yalnızca bir ibadethane değil, aynı zamanda dönemin kültürel ve siyasi imgesinin bir tezahürüdür. Hünkâr mahfiliyle, yükseltilmiş girişiyle ve strüktürel demir kullanımıyla, Osmanlı mimarlığında teknik ve sembolik bir dönüm noktasıdır.

Bir Şehirle Kurulan Derin Bağ

Tâhir Ağa’nın eserleri, yalnızca mimari değerleriyle değil, şehirle kurdukları ilişkiyle de önemlidir. Ayazma Camii gibi bazı yapıları bulundukları topoğrafya içinde âdeta birer odak noktası olarak yükselir. Fatih Camii’nin ikinci kez inşasında klasik üslubu koruyarak barok çizgileri incelikle harmanlaması, onun gelenek ile yenilik arasındaki hassas dengeyi kurmadaki ustalığını gösterir. Bu yüzden bazı tarihçiler onu sadece bir uygulamacı değil, bir terkip mimarı olarak tanımlar.

Batılılaşma Paradigması Üzerine Bir Not

yüzyıl Osmanlı mimarisi çoğu zaman “Batı etkisi” söylemiyle tanımlanır. Oysa bu tür tek yönlü okumalar, dönemin dinamik toplumsal, kültürel ve estetik dönüşümlerini görmezden gelir. Mehmed Tâhir Ağa’nın eserleri bu söylemin ötesine geçer. O, Batı etkisini kopyalama olarak değil, yerli estetikle bir sentez oluşturma çabası olarak kavrar. Şehir kültüründe değişen talepleri, görünürlük arzusunu ve saray çevresinin yeni temsil biçimlerini iyi okur. Mimariyi, bu dönüşümün bir aracı haline getirir.

Bugünden Bakış: Mimariyle Yeniden Tanışmak

Bugünün hız odaklı kent yaşamında, Mehmed Tâhir Ağa’nın camileri çoğu zaman yalnızca birer “görsel arka plan”a indirgenir. Oysa bir tramvay yolculuğunda ya da kısa bir yürüyüş molasında bile, Lâleli’nin mermer avlusunda zaman durur; geçmişin estetiğiyle günümüzün karmaşası arasında sessiz bir buluşma yaşanır.

Camilerin mimarları çoğu zaman bilinmezlik perdesi ardında kalmıştır. Sinan dışındaki mimarları unutmamız, yalnızca eğitim sistemimizin değil, aynı zamanda kültürel belleğimizin de bir yansımasıdır. Bu yüzden Mehmed Tâhir Ağa gibi isimleri tanımak ve anlamak, sadece geçmişle bir bağ kurmak değil, bugünün şehir estetiğine dair bir bilinç de inşa etmektir.

Kaynak: Haber Merkezi