İzmir Büyükşehir Belediyesi iştiraki İZBETON A.Ş. hakkında yürütülen yolsuzluk soruşturması kapsamında açılan davada ilk duruşma bugün başladı. “İhaleye ve edimin ifasına fesat karıştırma” ile “nitelikli dolandırıcılık” suçlamalarıyla hazırlanan iddianame doğrultusunda aralarında önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu’nun da bulunduğu 11’i tutuklu, toplam 65 sanık, Aliağa Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’ndeki duruşma salonunda hakim karşısına çıktı.

Duruşma, İzmir 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde saat 09.30’da başladı. Yoğun güvenlik önlemleri altında yapılan celsede, tutuklu ve tutuksuz sanıkların yanı sıra avukatları, yakınları ve çok sayıda basın mensubu da salonda yer aldı.

İddianamede sanıklara, belediyeye bağlı ihalelerde usulsüzlük yapmak, kamu zararına yol açmak ve çeşitli edimlerin ifasında hileli davranışlarda bulunmak suçlamaları yöneltiliyor. Mahkeme heyeti, ilk olarak tutuklu sanıkların savunmalarını almaya başladı. Bu kapsamda, önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer söz alarak mahkemede savunma yaptı.

İşte Soyer'in duruşmada yaptığı savunma:

Bugün bu salonda biz kooperatifçiliği savunurken Sayın Cumhurbaşkanı “Türkiye Kooperatifçilik Stratejik Eylem Planı 2025-2029 Programını” açıklayacak. Muhtemelen kooperatifçilik eğitimi ilkokuldan başlayarak yükseköğrenime kadar her düzeyde müfredata girecek. Bu harika olur.

Hiç olmazsa artık kimse mahkeme salonlarında kooperatifçiliği ve faydalarını anlatmak, kooperatifçiliğin dolandırıcılık olmadığını savunmak zorunda kalmaz.

80 gündür hapisteyim. Neden özgürlüklerimden mahrum kaldığımı, sevdiklerimden uzaklaştırıldığımı, tek kişilik bir hücrede hayattan koparılmaya çalışıldığımı düşünüyorum.

İddianamedeki 4-5 iddianın ana hattını oluşturduğunu görüyorum. Her biri benden daha iyi hukukçular olan avukatlarım, İZBETON Yönetim Kurulu Başkanı ve üyeleri olarak, kooperatiflerle yapılan protokollerde geç imza atmış olmamızın neden hukuka uygun olduğunu, kooperatiflerle yapılan anlaşmaların neden karma bir sözleşme sayılması gerektiğini, hak sahiplerine ödenmiş ve ödenecek kira bedellerinin neden kamu zararı sayılamayacağını, neden nitelikli dolandırıcılık suçunun hiçbir unsurunun oluşmadığını gerekçeleriyle beraber takdirinize sunacaklar.

Ben de hukuku onlara bırakıp, hangi niyet ve kastla hareket ettiğimizi, hangi sosyolojik ve toplumsal hakikatler ve gerekçelerle arkadaşlarımla birlikte serbest bırakılmamızı talep ettiğimi ortaya koymaya gayret edeceğim. Sanıyorum 35 dakikayı aşmayacağım.

Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki hocamız Metin Günday’ın sözü hâlâ kulaklarımda çınlar: “Hukuk vicdanın yazılı halidir.” Dilerim bu çabalarımız, vereceğiniz kararın objektif, adil ve vicdani olmasına katkı yapar.

Kooperatif, insanların ortak bir ihtiyacı karşılamak veya ortak bir amacı gerçekleştirmek için kendi iradeleriyle bir araya gelip oluşturduğu organizasyondur.

Sayın heyet, mutlaka sizin de aile büyükleriniz içinde ya da tanıdıklarınız arasında kooperatif üyesi olanlar vardır. Mutlaka kooperatiflere aşinasınız. Ama yine de kısa bir tarihsel özet yapmak istiyorum.

İlk örnekleri Sanayi Devrimi ertesinde 1850’lerde İngiltere’de ortaya çıkmış. Bir bölüm düşünür kooperatifçiliği sosyal demokrasi ile buluştururken, bir bölümü kapitalizm ile sosyalizm arasında bir orta yol olarak değerlendirmiş.

Aynı yıllarda Mithat Paşa öncülüğünde, Osmanlı köylüsünü tefeciden kurtarmak ve ortak finansman yaratmak için “Memleket Sandıkları” kurulmuş. Kökenlerini, geleneksel imece–ahi–lonca–vakıf temelli dayanışma kültüründen alan kooperatif hareketi, devlet destekli üretim birlikleri şeklinde gelişmiş. Memleket Sandıkları daha sonra Ziraat Bankasına dönüşmüş.

Atatürk daha Cumhuriyet ilan edilmeden, hatta Kurtuluş Savaşı zaferle sonlanmadan çok önce, 27 Eylül 1920’de TBMM’ye “Kooperatif Şirketler Kanunu Tasarısını” sunuyor ve Mecliste kabul ediliyor. Atatürk, “Kooperatif şirketlerin ülkemizde de kurulmaları ve çoğalmaları milletimiz için başlı başına bir iktisadi zafer olacaktır” diyor.

1935 yılında CHP Programı 4. Büyük Kurultay tarafından kabul ediliyor. Programın 10. maddesi, “Partimiz kooperatifçiliği ana prensiplerinden sayar, kooperatiflerin kurulmasına ve çoğalmasına önem verir” diyor.

Kooperatifçilik Cumhuriyet’in ilk yıllarında önemli bir sermaye birikim biçimi olarak görülüyor.

II. Dünya Savaşı’ndan sonraki büyük yıkım nedeniyle Avrupa’da konut kooperatifçiliği devlet destekli bir politika haline geliyor.

1950’lerde Türkiye, sanayileşme ve kapitalistleşme sürecinin gelişmesiyle yoğun bir şehre göç ve gecekondulaşma gerçeğiyle yüzleşiyor.

1960’a kadar Emlak ve Kredi Bankası ile Sosyal Sigortalar Kurumu, kooperatif kredileri veriyor. Daha sonra OYAK da devreye giriyor.

1961-1980 döneminde, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu ile belediyelerin konut kooperatiflerine ortak olmasının önü açılıyor ve konut kooperatifçiliği yasal düzenlemelerle daha kurumsal bir niteliğe kavuşuyor.

Nihayet bu kurumsal altyapı ile Ankara Belediyesi öncülüğünde Kent Koop kuruluyor. 1979’da faaliyete başlayan kooperatif, Batıkent Projesi’ni gerçekleştirip, 30 bine yakın konutun imalatını tamamlıyor.

1984 yılında 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ile Toplu Konut Fonu oluşturuluyor. Fon, Genel Bütçe dışına alınıp çok zengin gelir kaynaklarına kavuşturuluyor. Bu dönemde kurulan TOKİ, bu fonu kullanarak 2002 yılına kadar 950 bin konuta finansman desteği sağlıyor.

Gelelim İzmir’e; toplu konut imalatında kooperatifçilik İzmir’in tarihinde ve kültüründe önemli bir yer taşıyor. 1984-1989 tarihleri arasında Burhan Özfatura’nın ilk döneminde, Ege-Koop adıyla kurulan Kooperatifler Birliği, bünyesindeki 41 kooperatif ve 8 bin 500 ortakla 8 bin 500 konutun imalatını başlatıyor.

1989-1994 yılları arasında görev yapan Yüksel Çakmur, başka partiden olmasına rağmen neyse ki Burhan Özfatura’yı dolandırıcılıkla suçlamayıp, “kamuda devamlılık esastır” diyor, inşaatları durdurmuyor ve devam ettiriyor.

Sonuç olarak, 1984-2000 yılları arasında kooperatif ve İzmir Belediyesi işbirliğiyle 40 binin üzerinde konut inşa edilip hak sahiplerine teslim ediliyor.

2002 sonrasında büyük bir değişim yaşandı. TOKİ, sosyal konut ve konut kooperatifçiliği iradesini bir tarafa bırakarak, inşaat sektörünü şekillendiren bir misyon üstlenmeye başladı. Başbakanlığa bağlı özel statülü bir kurum haline getirildi. Kamu İhale Kanunu kapsamından çıkarıldı, Sayıştay denetiminin dışında tutuldu ve Devlet Denetleme Kurulu’na tabi hale geldi. TOKİ; başlangıçta sosyal devlet misyonunu üstlenmişti ancak hayatın akışı böyle gerçekleşmedi ve bir sermaye aktarım mekanizması işlevi görmeye başladı.

Bu değerlendirmeler subjektif görüşlerim değil. İki sayısal veriyle 2002-2024 tarihleri arasındaki değişimin nereden nereye vardığını, söylediklerimin nasıl gerçeğe dönüştüğünü ortaya koymak isterim.

Birinci veri: TÜİK’in yayınladığı “Yapı Kullanma İzni Belgesi İstatistiklerine” göre, 2002 yılında kooperatifler tarafından imal edilen binaların sayısı toplamın %31,97’si iken yani konutların üçte biri kooperatif eliyle yapılırken, bu oran 2024 yılında %1,15’e düşmüş. Özel sektör ise 2002’de %66,71 iken 2024 yılında %93,10’a çıkmış.

İkinci veri: Yine TÜİK verilerine göre, Türkiye’de kendi evinde oturanların oranı 2002 yılında %73 iken 2024 yılında bu oran %56,13’e düşmüş.

Kısaca insanlar bir yandan yoksullaşırken, bir yandan da konut barınma hakkı olmaktan çıkmış, yatırım aracına dönüşmüş.

Oysa 1948’de kabul edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, barınma hakkını temel insan hakları arasında saymıştır. Hatta barınma hakkı diğer temel hakları altında toplayan bir “çatı” olarak kabul edilmiştir.

2019’da Belediye Başkanı seçildikten sonra daha ilk aylarda İzBB bünyesinde “Deprem ve Afet Daire Başkanlığı”nı kurdurdum. Çünkü İzmir’in bir deprem şehri olduğunu ve yapı stoğunun maalesef çok eski olduğunu biliyordum.

Korktuğum başımıza geldi ve İzmir’e 70 mil uzaklıkta, Ege Denizi’nde meydana gelen bir deprem İzmir’de 118 canımızı aldı. Enkaz başında geçen günleri ve geceleri asla unutamadım. İzmir merkezli bir depremde çok daha büyük kayıplar yaşanabileceği ihtimali o günden itibaren kâbusum haline geldi. 30 Ekim depreminden sonra bütün önceliğim deprem ve afetlere dirençli bir kent yaratma hedefi oldu.

O dönem depremzedeleri çadırdan kurtarmak için başlattığımız “Bir Kira Bir Yuva” kampanyasıyla İzmir’de büyük bir dayanışma gerçekleştirdik ve depremzedelere nakdi destek sağladık.

Bu yeni ve yaratıcı çözümü 6 Şubat depremi sonrasında da hayata geçirdik. Ve yine belediyenin cebinden tek kuruş çıkmadan Türkiye’den, hatta dünyanın her yerinden insanların katkısıyla toplanan 330 milyon lira ile 33 bin depremzede aileye nakit destek yarattık.

Deprem öncesinde, deprem sırasında ve deprem sonrasında neler yapılması gerektiği ile ilgili onlarca proje hayata geçirdik. O arada Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığı’nı da Deprem ve Afet Daire Başkanlığı’na bağlayarak deprem öncelikli bir bakış açısını hakim kılmaya çalıştım.

Yapı stoğu çalışmalarında İnşaat Mühendisleri Odasıyla, mikrobölgeleme ve depremsellik çalışmalarında 10 üniversiteden 84 akademisyenle iş birliği yaptık. İzmir’in on yıllar önce çıkartılmış fay haritalarını güncelledik.

Prof. Dr. Naci Görür hocamızın söylediği gibi, her biri “Türkiye’ye örnek olan” bu hamleleri burada anlatıp vaktinizi almayacağım. O nedenle dosya konusuna, kentsel dönüşüm meselesine geleceğim.

Depremden 19 gün sonra, 18 Kasım 2020’de İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclisi olarak 10 yıldır bekleyen kentsel dönüşüm sorunu ile ilgili tarihi bir adım attık ve oybirliğiyle, yani CHP, AKP, MHP, İYİ Parti oylarıyla bir Meclis Kararı aldık. Bu karar ile 6306 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca İzBB ve belediyemiz şirketi olan İZBETON arasında yapılan protokol oybirliğiyle kabul edildi.

Böylece 10 yılı aşkın süredir evlerini bekleyen hak sahiplerinin olduğu ve tamamen kilitlenmiş kentsel dönüşüm süreçlerini tekrar başlatmış olduk. Diğer taraftan bazı kentsel dönüşüm ihalelerine İZBETON şirketini sokarak, müteahhitleri ihaleye girmeye teşvik ettik.

Örneğin Ege Mahallesi 1. Etap, Örnekköy 2. Etap, 5. Etap ve Gaziemir Aktepe-Emrez 2. Etap kentsel dönüşüm alanları ihalelerine İZBETON’u soktuk ve ihaleler müteahhitler üzerinde kaldı.

Görev sürem içerisinde, önceki dönem başlayan Uzundere 2. Etap ve Örnekköy 1. Etap inşaatlarını tamamladık.

İhalesini gerçekleştirdiğimiz Örnekköy 2. Etabın da inşaatını başlatıp bitirdik ve hak sahipleri güvenli konutlarına geçtiler.

Toplam 1150 anahtar teslimi gerçekleştirdik, 1575 bağımsız birimin imalatı müteahhitler eliyle bu kapsamda devam ediyor.

Depremden sonra çaresiz kalan binlerce orta hasarlı binanın yıkılıp yeniden yapılmasını mümkün kılacak bir kooperatifçilik modelini “Halk Konut”u o günlerde hayata geçirdik.

Türkiye’de ilk defa bina ölçeğinde dönüşümü başlattığımız bu model ile kooperatifleşen bina sakinleri kendi evlerinin dönüşümünü sağlayabildiler. 1350 ailenin kooperatifleştiği bu modelde, son olarak geçtiğimiz hafta 120 aile yeni binalarının inşaatını tamamladı. 2025 sonunda 5 kooperatif inşaatının da bitmesiyle 160 aile daha güvenli konutlarına yerleşecekler. “Halk Konut” projemiz 6 ülkede araştırmalara konu oldu. Bu ay başı, biz cezaevindeyken modelin tüm dünyada uygulanabilirliğini sağlamak için çalışan Japonya Yokohama Üniversitesi’nden araştırmacılar İzmir’e gelip incelemelerde bulundular.

Ortaya koyduğumuz başarı hikayesi, kentsel dönüşümde kooperatifçilik modelini uygulamamız konusunda bizi cesaretlendirmişti.

Bu model her türlü hukuki tartışmaya rağmen, çok sağlam hukuki temeller üzerine oturan, müteahhit karını ortadan kaldıran, en düşük maliyetlerle inşaat yapılmasını mümkün kılan, şeffaf, hesap sorulabilir, katılımcı, demokratik bir modeldir.

Bu modelin; inşaatlardaki gecikmeler ya da hak sahiplerine yapılan kira ödemelerinin kamu zararına sebep olması gerekçe gösterilerek suçlanması, itibarsızlaştırılması memleketimizin ve şehrimizin gerçekleriyle bağdaşmayacaktır.

Depreme dirençli bir kent, depreme dirençli bir ülke yaratmak için verilmesi gereken mücadeleyi zayıflatacaktır.

Bu model bazı sorulara cevap aradığım için ortaya çıkmıştır. Kendi kendime sorduğum bu soruları sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Delil olarak mahkemenize ibraz ettiğim “Söz Verdik Yaptık” kitabında da göreceğiniz gibi, ben, göreve gelmeden önce vaat ettiklerimin %87’sini yapmakla gurur duyan bir başkan oldum.

Kentsel dönüşüm de o vaatlerim arasındaydı ve 30 Ekim Depremi’nden sonra bu mesele çok daha büyük bir aciliyet ve önem kazandı. Göreve geldiğimde kentsel dönüşüm alanları olarak belirlenmiş yerlerde belediyenin ofisleri açılmış, projelerin çizimi, hazırlığı yapılmış, hak sahipleriyle uzlaşmalar başlamış durumdaydı.

Ancak 10 yıl önce başlayan bu çalışmalar, müteahhitlerin kârlı görmemeleri nedeniyle ihalelere girmedikleri için yürümüyordu. Kamuda devamlılık esastır diyerek yeni alanlarda çalışmak yerine öncelikle mevcut alanlardaki sorunları çözmemiz gerektiğine karar verdim.

Çözüm için müteahhitlerle birçok görüşme yaptık, hatta mevcut projelerde meclis kararı alarak tadilat yapıp uzlaşma süreçlerini güncelledik ancak ihalelere giren yine de olmadı.

Kilitlenmiş, kangren olmuş bu meseleyi çözmek için denenmemiş, yeni yaratıcı ve hukuka uygun çözümler bulmak zorundaydım ve bu nedenle elimi taşın altına sokmaya karar verdim.

Anlaşılan o ki; hukuk sistemimiz vaatlerini yerine getirmeyen seçilmişlerle kamu yöneticilerine herhangi bir cezai sorumluluk yüklemiyor. Ama durumdan vazife çıkartıp yeni yaratıcı yöntemler bulmaya gayret eden ve elini taşın altına sokanları affetmiyor.

Kaynak: Haber Merkezi