Soğuk havaların yaklaşmasıyla birlikte vatandaşın en büyük kaygısı kışlık alışveriş oldu. Ancak dar gelirli aileler için bu yıl da tablo değişmedi. Asgari ücretle çalışan bir vatandaş, 30 günlük maaşıyla en fazla 6 çift ayakkabı ya da yalnızca 3 mont alabiliyor. Asgari ücretli 5 gün çalışınca anca bir ayakkabı alabiliyor. Çocuklarının ihtiyacını karşılamak isteyen veliler, kış alışverişini zorunluluk haline getirse de fiyatların yüksekliği nedeniyle çoğu aile indirim günlerini beklemek zorunda kalıyor. Özellikle 2021’deki kur krizinden bu yana alt ve orta segmentte yer alan kitle mağazalarından alışveriş bile birçok aile için lüks haline geldi. Vatandaş, sezon başında vitrinlere yansıyan fiyatlara ulaşmanın mümkün olmadığını dile getiriyor. Çocuklarına yeni kıyafet almak isteyen aileler, “Artık almak değil, bakmak bile lüks oldu” sözleriyle çaresizliklerini anlatıyor.

Nesibe Gencer-3

‘Ya çıplak ya aç kalacağız’

Türkiye’de çalışanların yüzde 70’inin asgari ücretle yaşam mücadelesi verdiğini belirten İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği Başkanı Nesibe Gencer, “Asgari ücretin biraz üzerinde maaş alanların durumu da farklı değil. Kira, fatura ve temel gıda harcamalarının hızla yükseldiği bu dönemde, aileler çocuklarını yeterince besleyemezken, kış aylarında yeni kıyafet ya da ayakkabı almak artık bir hayal haline geliyor. İki çocuğuna ve kendine mont ile ayakkabı alsa 1 aylık maaşı orada bırakmak zorundalar. Aileler mecburen ikinci el pazarlarına yöneliyor. Çocuklara kullanılmış çantalar, yıpranmış ayakkabılar, başkasının artık giyemediği elbiseler veriliyor. Ancak mesele yalnızca maddi değil; çocuklar, yeni elbiseleriyle okula gelen arkadaşlarına bakarken içlerinde büyüyen eziklikle karşı karşıya kalıyor. Bu durum, eğitimde fırsat eşitliğini yalnızca kâğıt üzerinde bırakıyor. Çünkü tok çocuk ile aç çocuk aynı sırada yan yana oturduğunda, aynı dersi dinlese bile aynı geleceğe hazırlanmış olmuyor” dedi.

‘İkinci el bile lüks’

12 milyonu aşan işsizler ordusunun bu tablonun bile dışında kaldığını aktaran Gencer, “Onlar için ikinci el eşya dahi ulaşılması zor bir seçenek haline geliyor. Geçim sıkıntısı büyürken, toplumun geniş kesimleri her gün daha da derinleşen yoksullukla yüz yüze bırakılıyor. İktidarın sunduğu çözüm, düşük ücretlere mahkûm edilen milyonlara yalnızca ‘idare edin’ demekten ibaret. Oysa sorun, birkaç parça kıyafet ya da birkaç kilo gıda ile çözülecek bir tablo değil. Asıl ihtiyaç, insan onuruna yakışır bir ücret, güvenceli istihdam ve sosyal devletin gerçek anlamda işletilmesi. Aksi halde ne sofralar doyuyor, ne çocukların yüzü gülüyor, ne de eşit eğitimden söz edilebiliyor” ifadelerini kullandı.

burak-sertbas-1

‘Mont, kaban üretemiyoruz’

Son yıllarda enflasyon oranında yapılan fiyat artışlarının bile tüketici nezdinde her şey pahalı algısını değiştiremediğini belirten Ege Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (EHKİB) Başkanı Burak Sertbaş, “Hem ihracat hem de iç piyasada ciddi daralma yaşanıyor. Tişört gibi daha basit ürünlerde maliyetleri nispeten düşük tutmak mümkün. Ancak mont, kaban ya da pantolon gibi daha fazla işçilik gerektiren dokuma grubu ürünlerde tablo oldukça farklı. Özellikle özel işçilik isteyen ürünlerin üretim maliyetleri ciddi oranda arttığı için artık bu gruplarda rekabet edemez hale geldik. İç piyasada da dış piyasada da bunları yapamaz haldeyiz. Her şeyin maliyeti arttı. Hazır giyimde de bütün maliyetler artıyor. Alım gücü azalıyor. Dolayısıyla enflasyon oranında artmış olsa da bütün fiyatlar, insanlara artık her şey pahalı geliyor” şeklinde konuştu.

‘İşçiliği düşük ürünler’

Sektörün özellikle ihracatta kaybettiği bu üretim kapasitesi, Türkiye’nin uzun yıllardır sahip olduğu rekabet avantajını da zayıflattığını dile getiren EHKİB Başkanı Burak Sertbaş şöyle konuştu: “Mont, kaban ve pantolon gibi ürünlerin artık yurtdışına gönderilememesi, tekstil ve hazır giyim ihracatında daralmaya yol açarken, iç piyasada da tüketicinin yüksek fiyat nedeniyle bu ürünlerden uzaklaştığı belirtiliyor. Hazır giyim sektöründe yaşanan bu gelişmeler, bir yandan işçiliği daha düşük ürünlere yönelimi artırırken diğer yandan hem üretici hem de tüketici için zorlu bir süreci beraberinde getiriyor.”

Kaynak: Filiz Erol