Son yıllarda tarihi semtlerin hızla dönüşmesi, anıtsal yapıların yıkılması ve sosyal dokunun parçalanmasıyla birlikte “kentkırım” kavramı yeniden gündeme taşındı. Peki kentkırım nedir, hangi durumlarda ortaya çıkar ve toplumsal hafıza üzerindeki etkileri nelerdir?
Kentkırım nedir?
Kentkırım, yalnızca bir kentin fiziksel olarak yıkılması değil; onun kültürel belleğinin, toplumsal dokusunun ve mekânsal kimliğinin sistemli bir biçimde ortadan kaldırılması anlamına gelir. Terim, İngilizcedeki urbicide kelimesinden türetilmiştir. “Urban” (kent) ve “‑cide” (öldürmek) sözcüklerinin birleşimiyle oluşan bu kavram, bir yerleşim yerinin bilinçli şekilde “öldürülmesini” ifade eder.
Yıkımdan öte: Kentin hafızasını yok etmek
Kentkırım, sıradan bir imar faaliyeti ya da savaş sırasında oluşan yıkım değildir. Aksine, bir kentin hafızasını oluşturan simgesel yapılar, sokak dokusu, dini ve kültürel mekânlar, toplumsal buluşma alanları gibi unsurların hedef alınmasıyla gerçekleşir. Amaç, sadece yapıları değil; o yapılara yüklenen anlamları, kentte yaşayanların belleğini ve toplumsal aidiyetlerini de ortadan kaldırmaktır.
Kentkırım hangi durumlarda yaşanır?
Bu tür yıkımlar genellikle savaş, etnik temizlik, ideolojik çatışma ya da otoriter kent politikaları çerçevesinde ortaya çıkar. Örneğin; Mostar Köprüsü’nün yıkılması, Halep’teki tarihi çarşıların yok edilmesi ya da Gazze’de altyapının sistematik olarak hedef alınması, sadece fiziki değil, kültürel bir tasfiyeye işaret eder. Bazen de barış zamanında, rantsal dönüşüm projeleriyle kentin hafızası silinerek benzer bir sonuç doğar.
Toplumsal travmanın mekânsal yüzü
Kentkırım, kent sakinlerinin kolektif belleğini tahrip ederek yalnızca fiziki değil, duygusal ve toplumsal bir boşluk yaratır. İnsanların yaşadığı yerle kurduğu bağ kopar, mekan kimliğini kaybeder. Bu durum, toplumun hafızasında silinmesi güç bir travmaya yol açar. Kentin yok oluşu, aslında bir toplumun geçmişiyle olan ilişkisinin kesilmesidir.
Kentkırıma karşı neden duyarlı olmalıyız?
Kentsel yıkım, yalnızca mühendislik ya da güvenlik meselesi değil, aynı zamanda etik, sosyolojik ve kültürel bir sorundur. Kentkırımı tanımak ve teşhir etmek, hem kent hakkını savunmak hem de kültürel varlıkların korunması adına kritik önemdedir. Çünkü bir kenti yok etmek, o kente ait olan yaşam biçimlerini, gelenekleri ve belleği de geri dönüşsüz şekilde silmektir.





