1928 yılında Sarayburnu’nda yaşanan bir konser gecesi, Türkiye’de müzik anlayışını kökten değiştiren bir kültürel devrimin kıvılcımı oldu. Peki, Türk Beşleri kimdir? Türk Beşleri ne yaptı?
Müziğin Belleği: Orkestralardan Bugüne
1960’lı ve 70’li yıllarda Türkiye’de sahne ve stüdyo müziğinin omurgasını oluşturan orkestralar, sadece müzikal topluluklar değil; aynı zamanda birer eğitim ve kültür kurumuydu. Yalçın Ateş 6, Durul Gence 10 gibi sayısal ifadelerle anılan bu topluluklar, dönemin dinleyiciyle buluşan ses dünyasını şekillendirdi. İstanbul gece hayatında ve plak stüdyolarında sıkça karşılaştığımız Üstün Poyraz Set, Kanat Gür Orkestrası, İstanbul Gelişim, Dün Bugün Yarın, Süheyl Denizci ve İsmet Sıral Orkestraları; sadece şarkıcılara sahnede eşlik etmekle kalmadı, aynı zamanda Türkçe sözlü hafif batı müziğinin de taşıyıcısı oldular.
Bu orkestraların varlığı, yalnızca teknik yeterlilik anlamında değil, sahne disiplini, repertuvar kalitesi ve cazla kurdukları ilişki bakımından da örnek teşkil etti. Birçok orkestra üyesi daha sonra TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’nda da karşımıza çıktı. O dönemin şarkıcıları ise repertuvar bilgisi konusunda ciddi bir donanıma sahipti. Merhum Metin Ersoy’un da dediği gibi: “Şarkıları bilmek zorundaydın, yoksa iş bulamazdın.” Bugün ise bir albüm yapan şarkıcının kendi parçalarını dahi ezbere bilmemesi, geldiğimiz noktanın bir özetidir.
Orkestraların ortadan kalkmasıyla birlikte sadece kaliteli müzik değil, aynı zamanda bir kültürel disiplin de yitirildi. Müzisyen yetiştirme geleneği kırıldı, sahne terbiyesi ve repertuvar zenginliği kayboldu. San Remo ekolünden ilham alan orkestralarla bugünkü “orkestra”lar (!) arasında nitelik farkı her geçen gün daha da belirginleşiyor.
Musiki Devrimi: Bir Akşamdan Doğan Dönüşüm
10 Ağustos 1928 gecesi, Sarayburnu Parkı’ndaki bir eğlencede Mustafa Kemal Atatürk’ün tanıklık ettiği müzikal tablo, Türkiye'nin müzik politikalarında radikal bir dönüşümün habercisi oldu. Mısırlı ünlü sanatçı Müniretü’l-Mehdiyye’nin sahne aldığı gece, Atatürk’ün Batı müziğine dair yönlendirmeleriyle tarihe geçti. Ardından sahneye çıkan Eyüp Sultan Cemiyeti’nin fasıl heyeti, hem hazırlıksızlığı hem de repertuvar eksikliği nedeniyle Atatürk’ün tepkisini çekti.
Fasıl heyetinin, Atatürk’ün önerdiği eserleri dahi icra edememesi, onun müzik hakkındaki şu sözleriyle sonuçlandı:
“Bu basit musiki, Türk’lüğün çok gelişmiş ruh ve duygularını kandırmağa yetmez.”
Ve ardından gelen tarihi tespit: “Burada icra edilen musiki, yüz ağartıcı olmaktan uzaktır.”
Bu geceden sonra başlayan “musiki inkılabı”, yani müzik devrimiyle birlikte Türk müziğinde ciddi bir yön değişikliği yaşandı. Maarif Vekâleti’nin aldığı kararla, alaturka müzik eğitimi resmi müfredattan çıkarıldı. Dârülelhan’da alaturka öğretimi sonlandırıldı, yalnızca icra ve araştırma düzeyinde faaliyet göstermesi kararlaştırıldı. Bu uygulama, 1976’da İstanbul Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’nın açılışına kadar sürdü. Atatürk’ün 1934’teki Meclis konuşmasından sonra alınan bir diğer karar doğrultusunda, radyolarda alaturka yayınlara sekiz ay boyunca ara verildi.
Cumhuriyet’in Sesi: Türk Beşleri
Müziği de Cumhuriyet devrimlerinin bir parçası olarak gören Atatürk, bu alanda da evrensel normlara ulaşılması gerektiğini savundu. Bu vizyon doğrultusunda yurt dışına gönderilen yetenekli gençler, Türkiye’ye döndüklerinde “Türk Beşleri” olarak anılacak bir kuşağın temsilcileri oldular: Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses.
Bu besteciler, Batı klasik müziğinin teknik altyapısını, Türk halk müziği ve geleneksel motiflerle birleştirerek özgün eserler verdiler. Cemal Reşit Rey’in “Lüküs Hayat” opereti, Ulvi Cemal Erkin’in tüm eserlerinin icra edilmiş olması, Alnar’ın kanun için yazdığı konçerto, Saygun’un “Yunus Emre Oratoryosu” ve Akses’in klasik Batı formundaki eserleri; bu hareketin nitelikli ve kalıcı sonuçları arasında yer alır.
Bir Hafızanın Sessizliği
Bugün gelinen noktada müzikteki yüzeyselliğin temel nedenlerinden biri, bu köklü yapıların ortadan kalkmasıdır. Sahne terbiyesi, disiplin, repertuvar bilinci ve müzikal kalite yerini kolay tüketilen, kısa ömürlü ve derinlikten uzak üretimlere bırakmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında temeli atılan çok sesli müzik kültürü, ne yazık ki günümüzde hak ettiği karşılığı bulamamaktadır.