Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, boşanma davalarına ilişkin köklü değişiklikler içeren yeni bir yargı paketinin gündemde olduğunu duyurdu. Paket kapsamında ‘aile arabuluculuğu’ sisteminin hayata geçirilmesi planlanıyor. Tunç, boşanma sürecinde maddi tazminat, nafaka ve mal paylaşımı davalarının birbirinden ayrılabileceğini belirterek düzenlemenin davaların hızlanmasını sağlayacağını savundu. Ancak hukukçular, düzenlemenin yaratacağı risklere dikkat çekiyor. Avukat Melek Demiratan Vangöl, boşanma sürecinde arabuluculuğun zorunlu hale getirilmesinin Türkiye’de ciddi sorunlara yol açabileceğini söyledi.

Şu anda aile hukukuna dair çekişmeli boşanma davalarında özellikle velayet, nafaka ve mal paylaşımı gibi konularda arabuluculuğun zorunlu olmadığını belirten Avukat Melek Demiratan Vangöl, “Mevcut sistemde sadece mal varlığına ilişkin bazı uyuşmazlıklarda taraflar isterler ise arabuluculuğa gidebilirler. Fakat ‘boşanma kararı’ ve ‘velayet’ gibi konular kamu düzeni ile ilgili olduğundan arabuluculuğa kapalıdır. Türkiye’deki boşanma davalarında arabuluculuk; gönüllülük esası, kamu düzeni ve şiddet vakaları nedenleriyle uygulamada sorunlar teşkil edebilir. Özellikle taraflar arasında ekonomik ve psikolojik güç eşitsizliği olduğu durumlarda arabuluculuk süreci adalet sağlamak yerine hak kaybına uğramaya veya zorla uzlaşmaya dönebilir” dedi.

Adsız-3

‘Büyük risk taşır’

Avrupa’nın çoğu ülkesinde boşanma davalarında arabuluculuğun gönüllülük esasına dayalı olduğunu aktaran Demiratan Vangöl, “Mahkemeler yalnızca arabuluculuğa teşvik edebilir. Taraflar istemezler ise zorla arabuluculuğa gidilemez. Sosyoekonomik yönden gelişmiş olan Avrupa ülkelerinin çoğunda bile arabuluculuğun zorunlu hale getirilmesi riskli görülürken, sosyal ve ekonomik şartlar yönünden her geçen gün daha da geriye giden Türkiye’de boşanma davalarında zorunlu arabuluculuk büyük risk taşır. Türkiye’deki boşanma davalarının büyük çoğunluğunda, ne yazık ki kadınlar hem ekonomik hem de sosyal olarak daha zayıf durumdalar. Arabuluculukta avukat zorunluluğu yok; bu da maddi imkânı olmayan tarafın çoğunlukla kadınların hak kaybına uğramasına yol açabilir. Özellikle ebeveynlik sorumluluğunun sadece kadınlara yükletildiği bir toplumda ve kadınlarda oluşan anaçlık içgüdüsü de göz önünde bulundurulunca ‘tamam velayeti sen al ama nafaka ve mal paylaşımı hakkından feragat et’ denilerek uzlaşı adı altında baskı ve dayatmalar oluşabilir” diye konuştu.

‘Zorla kabule dönüşür’

Türkiye’de aile için şiddetin yaygınlığı göz önüne alındığında, boşanma davalarında arabuluculuğun uygulanmasının çok zor olduğunu vurgulayan Melek Demiratan Vangöl, “Çünkü taraflar arasındaki güç dengesizliği, zorla uzlaşı riskini barındırır. Oysaki arabuluculuk tamamen tarafların serbest iradelerine bağlı olarak uzlaşı olduğunda amacına ulaşır. Türkiye’de birçok boşanma davası şiddet, baskı, tehdit, aldatma veya psikolojik taciz sebepleriyle açılmaktadır. Böyle bir durumda kadın arabuluculuk masasında karşısında şiddet uygulayan eşi ile oturmaya mecbur bırakılırsa ‘uzlaşı’ aslında zorla kabule dönüşür. Bu da mağdur olan eşi daha da savunmasız kılar. Ayrıca kadınların büyük çoğunluğu ekonomik olarak erkeklere bağımlıdır. Özellikle arabuluculuk sürecinde avukat yardımı zorunluluğu olmadığı için erkek taraf, ekonomik gücünü büyük bir tehdit olarak masada kadına karşı kullanabilir ve kadının birçok hakkından feragat etmesine sebebiyet verebilir” ifadelerini kullandı.

Demiratan Vangöl, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bilinçli, özgür ve baskıdan arınmış bir karar ile arabuluculuk masasına oturmak; gönüllülük esasını teşkil eder. Arabuluculuk sürecinde tarafların hakları ve sürecin sınırları net bir şekilde anlatılmalıdır. Bu süreçte bir taraf özellikle kadın ekonomik yönden zayıf durumda olsa dahi eğer talepte bulunursa devlet tarafından sağlanan bir avukat, sosyal hizmet uzmanı veya psikolojik danışman ilgili tarafın yanında olmalıdır. Böylece baskı altında kalırsa destek alabilir. Ayrıca güvenlik açısından da arabuluculuk öncesinde polis raporu, adli kayıt, sağlık raporu gibi belgelerle tarafların risk durumu tespit edilmelidir. Şiddet riski yüksek olanlar, arabuluculukta kapsam dışı bırakılmalıdır. Gerekirse fiziken olarak ayrı odalar, arabuluculuk salonunda güvenlik görevlisi, online arabuluculuk veya şifreli iletişim kanalları kullanılabilir. Ancak Türkiye’de bütün bu olanakların sağlanması maalesef imkânsızdır. Ülkemizde 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanunun bile kaldırılmaya çalışıldığı ve maddelerinin yargı ve emniyet güçleri tarafından ihlal edildiği herkesçe bilinirken, arabuluculuk sürecinde bu kadar meşakkatli bir süreç her halükârda ihmale mahkumdur.”

‘Mahkeme sayısı yetersiz’

Boşanmaların hızlanması için tek çözümün arabuluculuk olmadığını söyleyen Melek Demiratan Vangöl, “Özellikle ülkemizdeki nüfus yoğunluğuna kıyasla, mahkeme ve hâkim sayılarının yetersizliği göz önüne alınmalı, ivedilikle bu hususa ilişkin reform uygulanmalıdır. Nafaka, velayet, tazminat gibi başlıklar dava sürecini uzattığı için boşanma hususu diğer hususlardan ayrı olarak yürütülmelidir. Fakat tekrar önemle belirtilmesi gerekir ki; Türkiye’deki yargının geç tecelli etmesi konusundaki kanayan yarası hâkim ve mahkeme sayısının yetersizliğidir. Türkiye’de Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve Ailenin Korunması Yasaları; kadınları şiddetten korumaya yönelik hükümler içeriyor. Koruma kararları, uzaklaştırma kararları, nafaka ve velayet düzenlemeleri gibi tedbirler mevcut. Ancak uygulama ve erişim sorunlarından kaynaklı ciddi problemler mevcuttur. Bunlar; kararların gecikmesi, kolluk kuvvetlerinin yetersizliği, adli mercilerdeki yoğunluk, kadınların hızlı şekilde koruma altına alınmasını engellemektedir. Özellikle uzaklaştırma kararları bazen yeterince denetlenmiyor; ihlaller cezasız kalabiliyor. İstanbul Sözleşmesi, şiddetin tanımı, önlenmesi ve mağdurların korunması noktasında bir standart oluşturuyordu. Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesi bazı uygulamalarda koruma standartlarının düşmesine ve mevzuat boşluklarına yol açtı. Ne yazık ki hukukumuzda kadınların korunması teorik olarak mevcut, pratikte ise gecikmeli ve yetersizdir” dedi.

Kaynak: Filiz Erol