1980 senesi soğuk bir şubat akşamı Krefeld (Düsseldorf / Almanya) otobüs durağındaki telefon kulübesinden Türkiye’deki ailesini aramak için hızlı adımlarla yürürken, içinde büyüyen hasreti dindirecek, ailesindekilerin sesini duymanın heyecanı bedenini sımsıkı sarıyordu. Kulübeye vardığında artan heyecanı ile sabırsızca ahizeyi kaldırıp elinde bulunan 5 Alman Markını delikten içeri atarak, çevir sinyali sonrası hasreti bir nebze de olsa hafifletecek Türkiye numarasını acele ile cevirdi. Babasının sevgi dolu sesini duyduğunda, hasretin yerini mutluluğa teslim etmesi sonrası, gecenin karanlığı günün en aydınlık saati ile yer değiştirdi. Gurbette gecen günlerini anlatıyor, ailesinin neler yaptığını soruyordu, birden kulübe camına şiddetli bir şekilde vurulması ile irkilerek başını yana cevirdi. Kulübe camı içeriden buğulanmıştı. Dışarıdakinin kim olduğunu anlamak için kapıyı aralayınca karşısında yaşlı bir Alman vatandaşının durmakta olduğunu gördü. Yaşlı adam genç adama konuşma fırsatı vermeden, “Drecksau geh raus” (Çık dısarı pis domuz) “schmutzige Ausländer” (pis yabancı) burada yazmamın imkânı olmayan çeşitli küfürleri ardı ardına sıralıyordu.  Delikanlı sakinliğini koruyarak cevap vermeden kapıyı kapatarak telefona atmış olduğu parasını bitirene kadar konuştu,  çıktığında kapı önünde ağzından köpük saçarak galiz sözlerine devam eden yaşlı adama “Ich wünsche Ihnen einen guten Abend”  (Size iyi akşamlar ) diyerek arkasını dönüp yürüdü. 1980 senesinde başımdan geçen bu olay bana, yabancı bir ülkede yaşarken, her zaman sorunlarla karşılaşacağımın göstergesi olmuştur. Her ülkede fasit ruhlu insanlar ve topluluklar dünde vardı, bugünde var, yarında olacaktır! Yeter ki aklı selim olan bizler bu tür insanlara ve bunların topluluklarına yüz vermeyelim. Yabancı ülkede yaşayan, o ülkelerin ekonomilerine katkıda bulunan, terlerini o ülkenin kalkınması için akıtan insanlara karşı yapılan onur kırıcı olayları alt alta sıralayacak olsak kütüphaneler dolduracak kitaplar yazılır. Buna verilecek en çarpıcı örneklerden biri Alman Gazeteci Hans-Günter Wallraff’ın bizzat yaşayarak kaleme aldığı En Alttakiler kitabıdır. Ön sözünde söyle yazıyordu; Ben gerçek bir Türk değildim. Fakat toplumun maskesini düşürmek için kılık değiştirmek zorundasınız. Gerçekleri ortaya çıkarmak için aldatmak ve sahte tavır takınmak zorundasınız. Ben hala, bir yabancının, günlük aşağılamalarla, düşmanlıklarla ve kinle nasıl baş ettiğini bilmiyorum. Ama şimdi, neler çektiğini ve bu ülkede insanları aşağılamanın nereye kadar gittiğini biliyorum. Bir parça Apartheid içimizde, demokrasimizde yer alıyor. Bizdeki Apartheid’larda ülkemizde yasayan,çeşitli vesilelerle aramızda yaşayan insanların eşit olmadıklarını, eşit hizmet almalarının, hizmetlere eşit ücret ödemelerinin olmaması gerektiğini ve bunun için kararlar çıkarabileceklerini, sıkılmadan  yüzleri kızarmadan, siyasi ihtirasları uğruna etraflarına topladıkları ile büyük bir çaba sarf ettiklerini gördükçe, Alman NSU üyelerinin her fırsatta Türken Raus (Türkler dışarı) dediği gibi Suriyeliler dışarı diye bağırmaya, 17 Kasım 1990 senesinde Kempten’dende  5 Türk ailesine, 29 Mayıs 1993 tarihinde Solingen saldırısında yaşananların (örnekleri çoğaltabiliriz) ülkemizde yaşanmasına vesile olacak 10.08.2021 günü Ankara’nın Altındağ ilçesinde  (Çeşitli suçlara karışmış sabıkalı yağmacıların da aralarında bulunduğu provokatör tarafından) çocuk ve kadın ayrımı yapmadan saldırıda bulunmalarının müsebbibi olarak görülecek olanlar eylemi yapanlar değil bunlara bu gazı veren; ‘Bu insanları ülkelerine geri göndereceğiz’ cümlesini dillerine pelesenk edenlerdir.