Mayıs ayı geldiğinde ülkeyi bir milli Eurovision heyecanı kaplardı.
Avrupalıların sıradan bir etkinlik olarak kabullendiği bu yarışma, bizim için çok önemliydi.
Daha aylar öncesinden hazırlıklar başlar, aday adayları belirlenir, besteler yapılır, çalışmalar gerçekleştirilirdi. Tek kanallı o yıllarda Eurovision, bizim olmazsa olmazımızdı.
1975 yılında Semiha Yankı’nın “Seninle Bir Dakika” şarkısı ile katıldığımız ve hüsrana uğradığımız Eurovision Şarkı Yarışması, “Milli davamız” olarak, her seferinde ders almadığımız bir süreç yaşattı insanımıza.
1980 yılında jüri üyesi idim. İstanbul Radyosu’nda toplandık. Türkiye’nin bütün ünlü müzik adamları oradaydı. Hepsinde bir heyecan, hepsinde bir hırs.
Sonunda “Petrol” şarkısı ile Ajda Pekkan’da karar kıldık.
“Petrol” şarkısı, 1974’te başlayan petrol krizine atıfta bulunan kıvrak tempolu aslında güzel bir şarkıydı.
Ama o yıl biz, ikide bir didiştiğimiz Yunanistan temsilcisi şarkıcıya 12 puan verirken onlar bize 1 puan verdiler, yine hüsran yaşadık.
Sonra sonra aklımız başımıza geldi ve yarışmaya katılacakları belirleyen o belirli kişileri saf dışı ederek ciddi şarkılar ürettik, derecelere girdik. 
Ama her seferinde müzikal bir ritmi olmayan Musevi şarkılarının çok puan aldığına, müzik kültüründe akla gelmeyen Danimarkalı şarkıcıların iyi dereceler aldığına tanık olduk.
O zaman dedik ki “Bunun içinde bir katakulli var.”
Katakulliyi geç fark etmiş olsak da bugün o lüzumsuz heyecandan uzağız.
Eurovision, bizim için kıymet-i harbiyesi olmayan bir yarışmadır.

Bir bunlar eksikti

Facebook’ta “Haber Gazetesi” diye; manyakları bir araya getiren bir garabet var.
Adamlar resmen ruh hastası.
Her gün birini öldürerek tatmin oluyorlar ve bunu yaparken insanların da yüreklerini ağızlarına getiriyorlar.
En ufak bir hatada yasaklama getiren Facebook, bunları görmezden geliyor.
Bu manyakların son kurbanı da Yıldız Tilbe. Kadını öldürdüler, bir de vasiyetini ele geçirdiler.
Yıldız Tilbe, mert, erkek gibi bir kadındır. Bunları bulsa bir kaşık suda boğar.
Böylelerine meydanı boş bırakmayacak önlemler alınması, yaptırımlar getirilmesi lazım.
Ve böylelerine nasıl bir suç işlediklerini anlatmak lazım.
Rastlantı işte. Bir ünlü hekim arkadaşımla otururken telefonumu karıştırdığımda irkildim kaldım. Karşımda oturan arkadaşımın öldüğünü bildiriyorlardı. “Pes” dedim. Ben yine şanslıydım, çünkü arkadaşım karşımda duruyordu. Ya diğerlerine ne demeli. Öylesine inandırıcı bir dil kullanıyorlar ki, kanmamak mümkün değil.
Allah, bunların şerrinden hepimizi korusun.

Ayrışmanın sırası değil

Hiç bir zaman böyle bir ayrışma süreci yaşamadık.
1950’li yıllarda Demokrat Partililerle CHP’liler ayrı kahvehanelerde oturur, birbirlerine selam vermez, ayni camide namaz kılmazlardı. 
Ama bu bile, bugün yaşanan ayrışmanın yanında çok masum kalırdı.
Ülkeyi geren şartlar, ülkeyi germeyi seven figürler, hayatımızı zorlaştırıyor.
Hepimiz burnumuzdan soluyor, hepimiz siyasi veya ideolojik rakibimize düşman gözüyle bakıyoruz.
Bu gidiş, birilerinin ellerini ovuşturmasına yol açıyor, aman dikkat.