İyileşme, çoğu zaman sabırla öğrenilen bir süreçtir.
Beden, bir düğmeye basar gibi düzelmez. Çünkü insan vücudu mekanik değil; yaşayan, hisseden, öğrenen bir sistemdir.
Her kas hareketi, her nefes, her esneme… Aslında beynin yeniden öğrendiği bir davranıştır.
Ağrı, tutukluk ya da hareket kısıtlılığı bir anda ortaya çıkmaz.
Günler, aylar, hatta yıllar içinde gelişir. Dolayısıyla bir seansta geçmesini beklemek, yılların birikimini bir günde silmeye çalışmak gibidir.
Fizyoterapi, bu nedenle yalnızca kasları değil; beyni de yeniden eğitme sürecidir.
Daha önceki yazımda bahsettiğim nöroplastisite - yani beynin kendini yeniden şekillendirme ve öğrenme kapasitesi- bu sürecin merkezindedir.
Ama iyileşmenin devamı, bu plastisiteyi destekleyecek tekrar, güven ve sabırla mümkündür.
Yani biz fizyoterapide sadece bir kası çalıştırmıyoruz;
beynin “bu hareket güvenli” mesajını yeniden öğrenmesini sağlıyoruz.
Her seans, bu biyolojik sürecin bir parçası.
Bazen dokulara kan akışını artırıyoruz, bazen sinir sistemine “ağrı tehlike değildir” sinyali gönderiyoruz.
Yani aslında her seansta, vücut ve beyin arasındaki iletişim biraz daha güçleniyor.
Unutmamak gerekir ki, dokuların da kendi biyolojik zamanı vardır.
Kas dokusu ortalama 2-4 hafta, tendonlar 6-8 hafta, bağ dokusu ise 3 aya kadar adaptasyon sürecindedir.
Fizyoterapi sürecinde benim amacım, bu biyolojik zamana rehberlik etmek; hem dokuların yenilenmesini hem de beynin güvenli hareketi yeniden öğrenmesini desteklemektir.
Ve en güzel kısmı şu: Her seans bir öncekine eklenir.
Bir gün ağrısız kalkmak,
bir gün merdiveni kolay çıkmak,
bir gün çorabını giyerken eğilebilmek…
O küçük gelişmeler, aslında sistemin yeniden yapılanmasıdır.
Çünkü iyileşme bir anda gelmez; fark ettirmeden gelir.
Kaslar güçlenir, beyin güven kazanır, vücut yeniden dengeye gelir.
Ve o noktada beden, yeniden sana güvenmeyi öğrenir.
Fizyoterapi bir seanslık mucize değil; sabırla, güvenle, birlikte ilerlenen bir yol.
Ve yolun sonunda, kendi bedenine duyduğun güven, en değerli ödül olur.