Dünyanın huzuru, Birleşmiş Milletler’de büyük yetkilerle donatılan Güvenlik Konseyi üyelerine emanet. Bunlar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda oy birliğiyle-özellikle barışın hayrına alınmış bir kararı bile bozabiliyorlar. Sonuçta onlar ne diyorsa o oluyor.
Güvenlik Konseyi Fransa, Çin, Rusya, Birleşik Krallık ve ABD’den oluşuyor. BM Genel Kurulu’nda alınan kararlar, bu Konsey onaylamadan hayata geçmiyor. O yüzden dünya bir gerginlik ve savaş ortamından kurtulamıyor.
Vaktiyle Türkiye, Irak ve İran, Bağdat Paktı (CENTO) adıyla bir ortaklık kurmuştu ve genişlemeyi hedefliyordu; olmadı. Castro, Nehru ve Tito, “Bağlantısızlar Hareketi“ni başlattılar, büyüyemeden sonlandılar. AGİT, Avrupa Konseyi, AB Zirvesi, AB Komisyonu, NATO, G-8, Türk Devletleri Teşkilatı, Arap Birliği, ASEAN, Şanghay İşbirliği Örgütü, APEC, NAFTA, USMCA, OPEC, KRC ve IDC gibi örgütlenmeler, genelde “Acaba, Güvenlik Konseyi’nin burnunu aşağı indirir miyiz?” düşüncesi taşıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Dünya 5’ten büyük” diyerek aslında bir gerçeğin altını çizmekten çok bir çağrı yapıyor ama duyan yok. Herkes “Biri öne geçse de ben arkadan gitsem” havasında.
Barış, huzur ve konforlu bir dünya, Güvenlik Konseyi’nin iki dudağı arasında ve bu konseyi oluşturan ülkeler, tarihleri boyunca hep insanları sömürmek, açlığa mahkum etmek ve birbiriyle savaştırmak üzerine kafa yorup mesai harcamış ve bundan sonuçta hayli de nemalanmışlardır.
Türkiye, Ulu Önder Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüne sadık bir ülke olarak ne yazık ki, bütün gayretine rağmen bu gerçeği dünyaya kabul ettirememiştir.
Kim demiş bilmiyorum ama “Masumlar, mazlum olmaya mahkumdur.”
Sosyal medya ve sağlık
Sosyal medyada atış serbest. Güya kontrol altında ama bu hassasiyet anlaşılıyor ki, zülfiyare dokunanlara karşı.
Sağlığımızla oynayanlara aldıran yok. Öyle paylaşımlar yapıyor, öylesine iddialı mesajlar veriyorlar ki, “Dünya Sağlık Örgütü de neymiş?” diyeceğiniz gelir.
Sağlık önemli bir konu. Adam kimya mühendisi, her konuda atıp tutuyor. Bir de “Evvel Allah” diye başlamıyor mu, gel de inanma. Adam çocuk doktoru, kan sulandırıcıları eleştiriyor. İki günlük pratisyen hekim, öyle bir ahkam kesiyor ki, şaşarsınız.
Bunlara çokça rastladığınıza eminin. Sistem, bunlara ilgi gösterdikçe yenilerini sunuyor önünüze. Bir anda kafanız karışıyor.
Özellikle bu tür paylaşımlara hekimlerin bağlı bulunduğu odalar, eczacılar birlikleri falan tepki göstermeli, atıp tutmalarına izin vermemelidir.
Tıp ilmi, zor bir eğitim ister. Herkes donanımlı hekim olamaz. Araştıracak, günceli takip edecek, gecesini gündüzüne katacak. Böyle hekimlerin sundukları bilgilere başımızın üstünde yer var. Mesela, yaşından biraz yüksek gösterse de Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, kalpten başka her konuyla ilgilenen Kardiyolog Canan Karatay, ticari mecradan kurtaramadıkları bilgileriyle bizi emin olduğumuz bir duyguyla aydınlatıyorlar.
Bu paylaşımlar doğru olsa, mesleğini gecesini gündüzüne katan hekimlere ne gerek var? Onun için öncelikle bu bilgiler-içlerinde doğru olanlar elbette çıkar-bir süzgeçten geçiril- dikten sonra yayınlanmalı, sonra da bilgilendirme denen şey, çizgide tutularak yapılmalıdır.
İstenmeyen mesleklerden biri de gazetecilik
Yapılan bir araştırmada 2025 yılı baz alınarak istenmeyen ve bu yüzden tercih edilmeyen meslekler belirlenmiş. Bunlar sosyoloji, arkeoloji, sanat tarihi, gazetecilik, felsefe, radyo TV, sinema, antropoloji, ilahiyat, ziraat mühendisliği ve biyoloji.
Gazetecilik, bir zamanlar gençlerin en gözde hayaliydi. Bugün tabloyu öyle net görüyorlar ki, artık heveslenmiyorlar. İlahiyat, isabetli bir eğitim dalı değil. Çünkü devlet, çoğunlukla oradan mezun olanları değil, kendi yandaşlarını istihdam ediyor.
Ziraat mühendisliği de neymiş? Ziraat mi kaldı ki, mühendisi olsun.
Elhasıl kızlar yine “Doktor, avukat, mimar” diye tutturacaklar.