Bundan üç yıl önce saat 14.51’de İzmir’de büyük bir şok yaşadık. Öyle bir şey ki tarifsiz bir korku. Başlarda küçük bir sarsıntıdır diye önemsemediğimiz depremin şiddeti saniyeler ilerledikçe arttı. Eşimle birbirimize bakıp kaçmak ile saklanmak arasında donup kaldık. Çare bulamayınca evin içinde güvenli alan bulduk. Binamız yıkılmadı ve hasar görmedi. Biz bu konuda şanslıydık ama diğer insanlar öyle değildi. Evleri yıkılan ve hayatını kaybedenler oldu. 
Kısaca anlattığım 6.6’lık depremin travmasını hala yaşıyoruz. Yaralarını sarmak için uğraşıyoruz. 
Bunlar benim yaşadığım ve gördüğüm en büyük depremin kötü anılarıydı. Anlatma sebebim ise geçtiğimiz yıl Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki depremin büyüklüğünü tarif etmek içindi.
Saniyeler içerisinde 11 il etkilenirken bazı şehirler yerle bir oldu. On binlerce kişi hayatını kaybetti. Ve hala belki de yakınının cansız bedenini enkaz altında bulamayanlar var. Yıllarca sürecek ve unutulmayacak bu acının tarifi mümkün değil. Fakat deprem önemleri hep anlık düşünülüyor. Bir dahaki depreme kadar kimse bir öncekini hatırlamıyor. 
Büyük kayıplar yaşatan bu depremin yıldönümü de bir anma ile geçiştiriliyor. Bireyler dahil kimse sonrası için bir önlem almıyor. Dayanaksız yapılar “Bana bir şey olmaz” mantığıyla yıkılmıyor. Fiyatlar yüksek olduğu için kentsel dönüşüm neredeyse durma noktasında. 
Oysa ki, ölümün siyaseti yok. Hatta bağlı olduğu bir partisi de yok. Bunlar unutulmadan bir şeyler yapılmalı.
Bu saydığım bilinç ve önlem kısmı sadece bina ile olacak işler değil. Deprem anında nasıl davranılması gerektiğinden tutun, sonrasında ne yapılacağına kadar bilgi sahibi olmalıyız. Burada yerel yönetimlere eğitim konusunda büyük görevler düşüyor. 
İzmir 6.6’lık güçlü bir uyarı ile yoluna devam etti. Hatay ve depremden etkilenen diğer iller, var olma savaşında. 
İstanbul için alarm verilirken gerekli önlemler ne kadar alınıyor? 
Sonuçta Türkiye, bir deprem ülkesi. Ve bunun bilincine varmalıyız ki daha fazla gözyaşı dökülmesin.