Dünyanın gelmiş geçmiş en merhametli yargıcı Frank Caprio, pankreas kanseri nedeniyle geçtiğimiz günlerde 88 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Caprio’nun yönettiği duruşmalar, sadece bir adalet arayışı değil, aynı zamanda vicdanlara dokunan mesajlarla dolu idi. 40 yıl süreyle yargıçlık yapan ve hiçbir duruşmada sanığı suçlu olarak görmeyen, insan kimliği ile kendisine yaklaşan Caprio, pek çok davada sanığı değil, onu bu hale getiren devleti mahkum etti.

“Adalet, sadece yargı kuralları ve kanunlarla değil, vicdanlara dokunarak ve empati kurarak sağlanır” diyen Caprio, acaba Türkiye’de yaşasa ve yargıçlık yapsaydı hali nice olurdu?

Hiç şüphesiz adam rüzgarın savurduğu kuru bir çınar yaprağı gibi durmaksızın sürünür dururdu.

Çünkü Caprio’ya bu zenginliği sunan, yaşadığı toplumun sahiplenmesi ve yaşadığı coğrafyanın engin hoşgörüsüydü. Çoğu kere devleti ve onun işleyişini yeren bir yargıç, her toplumda bu rahatlığı da bulamazdı.

Yargı sisteminin, böyle olması, sadece yasalar ve suç çerçevesinde işlemesi, hep gördüğümüz gibi işe yaramıyor. Suç makinaları aramızda dolaşıyor. Her seferinde yargıç karşısına sanık olarak çıkmışlar, suçlu olarak inmişler. Kimse temeline inme zahmetine katlanmamış, basmış cezayı.

Onun için Caprio, Türkiye’de böyle bir görevde zor dayanırdı.

Bana öyle geliyor ki, onu sürüm sürüm süründürürlerdi.

Okullarda dil öğretimi ve sonuçları

Bizim kuşağın yaşadığı şuydu:

Ortaokulda, tercihimize gerek duymadan bizi sınıflara ayırırlar, İngilizce, Fransızca ve Almanca öğretmeye çalışırlardı.

Okunuşunu yazıyorum:

“Kesköse?” Yani “Bu nedir.” İlk öğretilen buydu. İngilizce’de yine okunuşunu yazıyorum “Vatisdiz”, Almanca’da “Vatistaz.”

Liseye geçtik. Yine aynı sözcükle başladı eğitim.

Üniversiteye girdik, değişen hiçbir şey yok.

Eğitimi bitirdik, aklımızda kalan tek sözcük bunlar.

Zaman kaybı, boşuna masraf, sonunda hüsran.

Sistem, yıllarca bu gerçeği görmezden geldi.

Şimdi öğreniyoruz ki, Milli Eğitim, okullarda yabancı dil eğitimini ciddiye alıyor. Sadece İngilizce, Almanca ve Fransızca ile de sınırlı tutmuyor. İspanyolca, Çince, Rusça dilleri de devreye girecek eğer bu proje gerçekleşirse.

Kurbağanın iç organlarını, Güney Amerika’da adını bilmediğimiz ülkelerin dağlarını, Prusya Savaşını çok iyi bilen bir toplumun, yabancı dil öğrenme hakkı, herkesten daha çoktur.

Yabancı dil, kültürel zenginliğin ve donanımlı bir kimliğin temel taşlarından en önemlisidir. “Bu nedir?”in İngilizcesini, Fransızcasını, Almancasını öğreten zihniyet, böyle bir soruyu bile duymazdan gelmiştir ki, vah bize…

“Konuşursam…” deyip susanlar

Toplumun en tehlikeli kesimini bu tipler oluşturur.

“Konuşursam…” diye başlarlar, bir türlü konuşmazlar. Böyle bir salvoyu güce dönüştürmek için elinden geleni yaparlar.

Bir şeyler bilip de konuşmanın ayrı bir üslubu vardır. O, sadece bir sırrın paylaşılmaması terbiyesidir.

Ama bu tiplerin grubu farklı. Ortalığı karıştırıp, karışan ortamı, yanan Roma’yı izleyen Neron gibi seyredip keyiflenmek, onların yegane gıdasıdır.

Bu tiplerin siyasete sızmış olması ise ayrı bir talihsizliktir ve nedense sayıları amip gibi çoğalmaktadır.

Bizden uzak dursunlar, yeter…