Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Elmacı’nın “Samsun’a Çıkışın Öncesi ve Sonrası Mustafa Kemal” konulu bir konuşmasını izledim.
Gerçekten muhteşemdi.
Elmacı, Gazi’nin; mücadele sürecinde karşılaştığı nice zorlukları, engelleri anlatırken, kendisine en çok güç veren kaynaklardan biri olarak basını bildiğini aktardı o konuşmasında. Mondros Mütarekesi gereği işgal altındaki İstanbul basını Mustafa Kemal’in mücadelesine tam destek veremedi ama yine de Anadolu Yeni Gün, Bozkurt, Hakimiyet-i Milliye, Anadolu’da Kalem, Peyam-ı Sabah, Alemdar, Vakit, İkdam ve İstanbul gibi dergi ve gazetelerin, cesurca yayınlar yaparak halkı umutlandırdığını ve heyecanlandırdığını bir tarihi gerçek olarak kabul etmeliyiz.
Özellikle Yunus Nadi, Mustafa Kemal’in hep yanındadır. Bu süreçte, Mustafa Kemal’in aleyhinde yayın yapan Hukuk-u Beşer’i, istibdadın zirve yaptığı o dönemde bile dava açarak bir hafta süreyle yayından men ettirmesi önemli bir olaydır.
Tabii Refi Cevat Ulunay gibi, daha sonra 150’likler arasında yer alacak olan pek çok gazeteci, Milli Mücadele sürecinde Mustafa Kemal’i bir maceracı olarak görecek ve tarihe birer kara leke olarak geçecektir.
Sonuçta tarih, tekerrürden ibadettir ve hep öyle olacaktır.
Örneği hiç görülmedi
Cengiz Bulut, 1984-1999 yılları arasında Bornova Belediye Başkanlığı yaptı.
Kente güzel hizmetler sundu. En çok iz bırakan hizmetlerinden biri de şehir planlamasında yolları geniş tutması idi.
Cengiz Bulut, pek çok hizmetlerinden daha önemli bir örneğe de imza attı. Bu, sonraki belediye başkanına borçsuz bir belediye bırakmasıydı. Zaten görevi sırasında kapısını alacaklıların değil bankacıların aşındırdığını da söylüyor ve “Salkım salkım param var” diyerek övünüyordu. O zamanki para ile Bornova Belediyesi'ni Ali Sözer’e milyon liralık bir kasa ile devretti.
Lakabı “Harbi ANAP’lı” idi. Özal’ın çok sevdiği, tuttuğu isimlerden biriydi. Nitekim başkanlıktan sonra milletvekili seçildi, o süreçte de sorumlu olduğu bölgeye hizmetler yağdırdı.
Özel sohbetlerde hep bu konu açılırdı. “Bu parayı neden harcamadın da devrettin?” diye.
Cengiz Bulut, bunun temelinde bir empati duygusunun yattığını söyler ve “Ben ona borçlu bir belediye devretseydim, hizmet yapamayacaktı. Benim kentime faydası dokunmayacaktı. Buna gönlüm razı olabilir mi ki” diye kendini savunurdu.
Bu örnekler var ama çok az. Eminim; onların da savunması tıpkı sevgili dostum Cengiz Bulut gibi.
Kuzey Makedonya’ya gidin, özellikle Ohri’ye “Ben Cengiz Bulut’un arkadaşıyım” deyin, sırtınız asla yere değmez. El üstünde tutulursunuz.
Kendisine sağlıklar diliyorum.
Kapıda bekletmek
Sonradan görme tiplerin en çok keyif aldığı şeydir kapıda bekletmek.
Bir kibir, ölçüsü kaçmış bir ego, ama sonuçta tiksinti veren bir tatmin olma duygusu.
Örneklerini çok gördüm, çok yaşadım. Hala da görüyor ve yaşıyorum.
Oturduğu makamın sonsuz olacağını sanan zavallı bir ruh hali, kapıda bekleterek büyüdüğünü sanıp, aslında küçülerek bir ironi oluşturuyor.
Bu gibi şeyler, bize kimlik öğrenme vesilesi sayılmalıdır ve bu tipleri daha iyi tanımamıza bir fırsat oluşturmalıdır.