28 Şubat (1997) süreci, Necmettin Erbakan’ın Başbakan, Tansu Çiller’in Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olduğu 28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla; köktendinci, irticaya karşı yaşanan ordu ve bürokrasi merkezli bir olay olarak “Postmodern darbe” adıyla anılır. Bunun baş kahramanlarından birisi de bu amacı takip eden “Batı Çalışma Grubu”nun kurucusu Çevik Bir’dir.
Çevik Bir, Buca’da karşı komşumuzdu. Ailece görüştüğümüz, özellikle gençlik yıllarını iyi bildiğim bir asker Çevik Bir.
28 Şubat sorumlusu olarak 12 Nisan 2012’de tutuklanmış, 19 Aralık 2013’te de tahliye edilmişti.
İstanbul’da yaşıyor, her Yaz Bodrum’daki askeri kampa gidip iki-üç ayı orada geçiriyordu. Bu gidiş gelişlerde mutlaka Buca’ya uğrar, özellikle Yanıkkahveler semtindeki dostlarını görmeden, onlarla oturup çay içmeden edemezdi.
2023 yılı Temmuz ayının son günlerinde aradı, “Bodrum’a giderken uğrayacağım” dedi ama olmadı, 1 Ağustos’ta tutuklanıp Muğla Cezaevine gönderildi. Pek çok cezaevinde dolaştırıldıktan sonra Buca Kırklar Cezaevi’ne nakledildi.
Cezaevi hayatı ve başına gelenler, onu çöktürmüştü. Kadim dostları Uğur Dündar ve ünlü Beyin Cerrahi Prof.Dr. Cengiz Kuday, onunla hep ilgilendiler, ziyaretine gittiler. Kuday, tecrübeli bir hekim olarak Çevik Bir’in cezaevinde kalmasının sağlığını iyice bozacağını teşhis etmişti.
Hemen bir yazı döşendi, Tabipler Birliği’ni uyararak, “Eğer Çevik Bir’in sağlığının cezaevinde kalmaya uygun olduğu raporu verirseniz, sizi dava ederim” dedi.
Bu mesajını defalarca tekrarladı. Cengiz Kuday da benim çocukluk arkadaşım. “Eğer oradan çıkmasaydı ölürdü” dedi.
2023 yılında cezaevinden çıktı Çevik Bir Paşa.
Evet, şu anda Çevik Bir yaşıyor ama ona yaşamak denirse. Öylesine çökmüş ki, kelimelerle anlatılamaz.
“Atatürk’ün askeri” olmak böyle bir şey.
“Su”lu politika yapanlara selam olsun
Su kesintilerinin ne savunulacak ne de eleştirilecek bir durumu vardır.
Su kesintisi, doğanın bizi sınamasının bir yansımasıdır ve bunu eleştiri malzemesi yaparak kendimizi sorumsuz ilan etmek, tam bir hayaldir.
Yeraltı sularının sahibi devlettir. Onu yöneten de hükümetlerdir. Belediyeler, suyu devletten alırlar. Devlet su verirse dağıtırlar.
Devlet suyu vermezse de kısıntı uygularlar.
Bugün de yaşanan budur.
Biz, subtropikal bir iklime doğru hızla yol alıyoruz. Mevsimlere hakim olamayacağımız bir süreç bu. “Kışları ılık ve yağışlı, yazları sıcak ve kuru” diye bir tanım yok artık.
O, yeşili koruduğumuz, ormanlarımızla övündüğümüz yıllara ait bir pelesenk.
Su kesintilerini eleştirenlerin, belediyelere karşı uygulanan İller Bankası ödeneklerindeki kesintileri görmezden gelmeleri de nasıl bir siyasi kültürü savundukları açısından çok ilginç.
Türkiye’de iki büyük muhalefet yapısı var. CHP’li belediyelere karşı AK Parti, hükümete karşı da tüm CHP. Her ikisinin de siyaset adına eleştiri yapacak malzemesi bol.
Vatandaş bu eleştirileri izlerken yapılan yanlışları görerek tepki gösteriyor.
Onun için “Eğri oturalım, doğru konuşalım” sözünü hatırlayıp siyaset yapalım.
Kurultay’dan beklenti
Önümüzdeki günlerde CHP’de yeni bir Kurultay var.
Bu kurultayda, özellikle İzmir’de ağırlığı olan güçlerin değişmesi ihtimalinden söz ediliyor.
Bu güçler, mercek altında ve çoğu kulağının çekilmesini hak edecek durumda.
Çünkü belediyelere “Genel Merkez Gücü”nü kullanarak yerleştirdikleri abiler, ablalar, hep yaramazlık yapıyor ve CHP’nin imajına zarar veriyor. Başkanlar, çaresiz, başkanlar tepkili.
Bu muhtemel operasyon gerçekleştiğinde CHP’li belediyelerin enerjisinin artacağına inananlar öyle çok ki…