Kadınlarda da erkeklerde de emeklilik yaşı 65.

Ancak hükümet, Anadolu’da görev yapacak üniversite öğretim üyeleri için bu sınırı 75’e çıkardı.

Neden?

Çünkü pek çok üniversite öğretim üyesi bulamıyor, eğitim verilemiyor ve çoğunlukla da öğretim üyeleri, “laf olsun” diye kurulan bazı üniversitelerde görev yapmak istemiyor.

Bu üniversitelerin bulunduğu bölgelerde öğretim üyeleri için cazibe yaratma adına böyle bir politika üretilmesi, kısmen karşılık bulmuş. Yani; zaten 65 yaşı erken bulan eğitimciler, bu avantajı kullanmak için sonunda bu üniversitelerde ders vermeye razı oluyorlar.

Üniversitelerimizin sayı olarak çokluğu pek çok sorunun yanında böyle sorunları da getiriyor ve ne yazık ki eğitimde eşitlik ilkesi de iyice zarar görüyor.

Onun için bir kaçı hariç dünya çapında üniversitelerimiz yok. Eğitimi ayağa getirme elbette önemli ama bunun hesabı iyice yapılmalı. Üniversiteler, binalarıyla, donanımlarıyla değil, orada eğitim veren profesörlerle, doçentlerle, asistanlarla kalite kazanıyorlar. Türkiye’de 50 hukuk fakültesi var. YÖK, geçen yıl yani 2024 tercihlerinde öğrencilere normal, ücretli, indirimli, burslu ve özel statülü olmak üzere 176 farklı hukuk fakültesi program seçeneği sundu.

Bu da ayrı bir sorun.

Öğrenci bulmak kolay da, nitelikli eğitim sunacak kadrolar bulmak çok zor. Bunun sonuçlarını zaten hukuk sistemimizin işleyişi sırasında görüyoruz.

Takı sıraları kısaldıkça kısalıyor

Takı, Türk geleneğinin en güzel örneklerinden biri. Yeni evlilere karınca kararınca destek olma duygusuyla insanımız, böyle günlerde kesenin ağzını açar, bunu yaparken de mutlu olur.

1970’li yıllarda kuyumculuk yapan bir dostumla konuşuyoruz. “Eskiden çeyrek altın takmak ayıplanırdı. İlla en azından yarım altın takılır, bu, tam altın ve bilezik takılarıyla yarışırdı” diye anlattı dostum. Ama bugün altın fiyatlarındaki ciddi dalgalanmalar nedeniyle böyle bir geleneğin de sonunda yok olabileceğini ekledi.

Evet, günümüzde takı sıraları kısalıyor. Çünkü ekonomik güçlükler, bu güzelliği sergilemeye izin vermiyor.

Bir belediye başkanının yakınlarda sarfettiği “Takıları yasaklayalım” sözü, sonunda kendiliğinden gerçek olacak gibi.

Kuyumcular, çeyreğin de yarısını üreterek sektörün canlılığını korumaya çalışıyorlar ama nafile.

Zengin düğünlerini istisna sayıyorum tabii. O düğünlerde bazen kara para aklandığı iddiaları da var. “Ağanın eli tutulmaz” sözünü boşuna sarf etmemişler. Züğürdün çenesini yoran bu düğünlerin genelde yaptığı bir geleneği sürdürmek değil, daha çok el altından gösteriş sergilemektir. Bu örneklerin o güzelim geleneği sürdürmeleri diye bir dertleri de yok zaten.

Onun için düğünlerin de tadı kalmadı.

Gençlerin umutlarına bir çelmeyi de ekonomi taktı.

Başkadır bizim havamız

Çocuk şarkılarında, türkülerimizde anlaşılmaz deyişler, anlaşılmaz mesajlar vardır:

“Baltalar elimizde. Biz gideriz ormana”

“Manda yuva yapmış söğüt dalına “

“Biz adam yemeyiz”

Ve daha niceleri.

Atalarımız, bazı çalışmalarını “kafaları iyi iken” yapmış olabilir ama biz niye sahipleniyoruz ki? Orman katliamını özendiren çocuk şarkısı mı olur? Mandayı söğüt dalına çıkaran türkü, “Biz adam yemeyiz” diye bir deyiş mi olur?

Bugünün rap’çileri, atalarımızdan ilham alıyor olmalı.

Onlar da saçmalayıp duruyor.

Daha nereye kadar; göreceğiz.