Geçtiğimiz haftalarda tarımın belirli türlerinin, özellikle de tahılların, ilk devletlerin oluşumunun temel taşları oluşundan bahsetmiştik ve devlet doğuşu tahıllara bağlı olmayan tarımdan gelmiş kültürlerde bile devlet oluşumunun ilk adımları sırasında, baskı kaynaklı olması çok muhtemel, tahıl tarımına geçiş örnekleri ve bunları gösteren analizlerden söz etmiştik, ancak; düzenli biçimde olgunlaşan, kolay saklanabilen ve miktarları rahatça ölçülebilir ürünlerin, yönetim için belki de ilk kez sürdürülebilir bir kayıt ihtiyacı doğurmuş olabileceği yaklaşımında göze batmayan lakin derin etkileri olan unsurlar gizli.
Tahıl stoklarının ve fazlasının nerelerde toplandığı, kime dağıtıldığı ve ne kadar vergi alınacağı, yalnızca sözlü aktarımın taşıyamayacağı bir karmaşıklık yarattı. Bu gereksinim, insanlık tarihinde belki de ilk kez, o döneme kadar süregelmiş ritüelistik, inisiyatik veya sembolik, bilgi ve anlam muhafazasına da zıt olacak şekilde, bir bilgi kaydını zorunlu kıldı ve bu dolayda yazının doğuşuna yol açtı. Bir kralın zaferi için resmedilen mağluplar ve yürekten hissedilen görkem ve ihtişamın kontekst bazlı algısından, nesnel kayıtlandırma gayesine doğru bir ihtiyaç temelli çaba yönelimi gerçekleşti. Böylece anlam, yavaş yavaş sözden kopup işarete dönüştü: anlam, değeri indirgendiği alt boyuta mahkûm edilerek bazı yükümlülükler karşılanırken bütünlük dengesi ise bu duruma kimi özelliğin kaybına neden olarak dönüt verdi.
Günümüzde bilinen en erken çivi yazısı örneklerinin çok büyük bölümünün tahıl ölçüleri, işçi listeleri, vergi kayıtları ve envanter dökümleri olması bu dönüşümün izini açıkça gösteriyor. Buna göre yazı sistemi, doğduğu anlarda önce mitleri değil; arpa stoklarını, koyun sayılarını, dağıtım tablolarını anlatıyordu. Mısır hiyeroglifleri, Minos kültürü yazı sistemleri ve daha pek çoğu önce ticaret ve anlaşma tanımlarınca kapsanan “kayıt” işleri için kullanılmış. Yine de bu sistemsel doğuş, yazının kutsal alana uzanmasını ve aracılığının özel kılınmasını engellemedi. Mısır’da Toth’un, Mezopotamya’da da Nabu’nun ilahi kâtip olarak anılması tesadüf değildir; Tanrı konsepti veya soyut olan ile insan arasında bir aracıya ihtiyaç duyulan ruhani veya maddi dünyada yazı, düzenin ve göksel hafızanın bir taşıyıcısı olarak evrilmiş olarak kabul edilebilirken birçok yerde kutsal bir hediye olarak betimlenmiştir.
Antik Mısır’da Toth bilgiyi saklamayı ve aktarmayı öğretirken, bu ilahi aracılık pratikte sadece kutsal rahip ve kâtip sınıfı veya elit gruplar gibi çok küçük bir kesimce anlaşılıp kullanılabiliyordu. Aynı şekilde, yakın dönemlere gelinceye kadar yapabileceğimiz çıkarımlarda, Orta Çağ ve çevresindeki uzun bir zaman diliminde okur yazarlığın neredeyse sadece din adamları, katipler ve bazı soylu sınıflarda görüldüğü sonucuna varabiliriz. Sonuçları ve tahminleri siyah ya da beyaz gibi yüzeyselce ayırmak daha kolay olsa da, gerçekliğe yaklaşmak, hata payını azaltmak ve insan doğasının öznelliğini de konuya katmak adına modern çağlar öncesi vergilendirme ve yönetici kesimi izole etme tabanlı yazısal sistem gelişiminin tamamının halkça bütünüyle entegre edilmemiş oluşunun nedenlerini göz ardı etmemek gerek: yaşam mücadelesi ve tüm diğer günlük ve çevresel faktörler ışığında bireylerin sadece kendi sektörlerindeki ihtiyacı karşılayacak yazı terimlerine veya bu bağlamda hiçbirine ihtiyaç duymamış, duydurulmamış olabileceği durumu kuvvetli bir olasılıkken eğitimin bilinçlice izole edilmiş oluşu durumu da mevcut. Devlet gücünün henüz, göreceli olarak, sınırlı olduğu çağlarda yazı, hem bu dünya hem de öteki dünya için önce bir düzen, ardından da bir iletişim aracı kabul edilmiş olabilirken soyutu somutluğa dökme ihtiyacına bir şekilde düşmüş olan insanlık, aynı aktarımı canlı ve mitolojik unsurlara da dökmüş olabilir ki pek çok kültürde farklı figürlerin benzer aracılıklarla ilişkilendirildiğini görüyoruz.
Ancak yazının bu kurumsallaşma süreci, bir bedeli de beraberinde getirdi. Mağara duvarlarına çizilen av sahneleri veya bilinmezliğe bırakılmış semboller, her bireyde ya da toplulukta farklı anlamlar uyandırabilen sezgisel eserlerdi. Yazı ise bir açıdan anlamı daralttı, üç boyutlu dünyayı ve ruhani mecrayı bir yüzeye indirgedi; kayıt ve bilgiyi herkes için aynı kıldı, kilidi kırarken ardında saklı olanı da etkiledi.
Vergiyi takip etmek için geliştirilen işaretler zamanla anlatıyı, hayal gücünü ve sezgiyi sınırlandıran veya bunlara ön koşullar güden yapılara dönüştü. Anlamın hem kayıt altına alınması hem de zihnen ve ruhen özgür bırakılması gerektiği düşüncesi bağlanma ve alışma doğası hep ağır basmış insanlık için oldukça zorlu bir kavram olmayı sürdürürken rutinleşmiş olguları, git gide uzaklaştığımız doğamızın perspektifinden incelemek bizlere erişmeyi unuttuklarımızı anımsatabilir ve akli, ruhani ve teknik yönden gelişim için farklı patikalar sunar hale gelebilir.