Avrupa’da konuşulan pek çok dilin kökeni, Hint-Avrupa dil ailesine dayanır ve bu dil ailesi, Sanskritçe’den Latince’ye, Antik Yunanca’dan Kelt dillerine ve günümüzün İngilizce, Fransızca, Almanca gibi dillerine kadar geniş bir yelpazede etkili olmuştur. Uzun zamandır süregelen araştırmalar, bu dillerin Avrupa’ya nasıl yayıldığı sorusuna odaklanmış ve en yaygın teori olarak MÖ 3000’ler civarında Pontik-Kafkas bozkırlarında yaşayan Yamnaya halkının göçleriyle bağlantılı tek bir büyük dalga fikrini öne sürmüşlerdi. Ancak, İskandinavya'dan gelen bir takım yeni arkeolojik veri bu “tek büyük dalga” yayılma modeli anlayışını sarsma potansiyeline sahip olabilir. Danimarkalı araştırmacıların çalışmaları, Güney İskandinavya’daki kültürel dönüşümlerin çok daha karmaşık, aşamalı ve yerel koşullara bağlı olarak gelişmiş olabileceğini öne sürüyor.
Bu yeni arkeolojik çalışma temelinde, İskandinavya'daki Hint-Avrupa dillerinin kökenine dair yaygın kabul gören "tek dalga" bozkır göçü hipotezini yani “Corded Ware” kültürü aracılığıyla İskandinavya'ya ulaştığına inanılan büyük ölçekli bir göçü öne süren ana akım düşüncenin İskandinavya'daki kültürel değişimleri tam olarak açıklayamadığını savunuyor.
Araştırma, Güney İskandinavya'da MÖ 2000'den önceki dönemlerde soyut ve geometrik motiflerin hâkim olduğu bir ikonografik geleneğin varlığını ortaya koyuyor ve bu dönemde, Avrupa'nın diğer bölgelerinde görülen insan figürlü taş anıtlar ve mitolojik temaların İskandinavya'da bulunmadığını belirtiyor. Bazı karşıt fikirler ortaya atılabilmesine rağmen bu durum, bozkır kültürlerinin etkisinin bölgeye daha geç ve farklı yollarla ulaştığını gösteriyor.
Bulgulara göre Erken Tunç Çağı sürecinde Güney İskandinavya'da insan figürleri ve Hint-Avrupa mitolojisiyle ilişkilendirilebilecek motifler ortaya çıkmış ve dolayısıyla bu dönemde, atlı savaş arabaları, yün üretimi ve güneş kültü gibi bozkır kökenli unsur ve konseptlerin bölgeye girdiğine kanaat getirilebilir. Araştırmaya göre bu bilgiler ışığında, İskandinavya'nın Hint-Avrupa kültürel etkilerine iki aşamada maruz kaldığını ve bu süreçlerin birbirinden bağımsız olduğu sonucuna varmak mümkün.
Yapılan çalışma, Hint-Avrupa dillerinin ve kültürünün Avrupa'ya yayılmasının tek bir göç dalgasıyla açıklanamayacağını, bunun yerine çok aşamalı ve bölgesel farklılıklar gösteren bir süreç olduğunu öne sürüyor. Bu yaklaşım, arkeoloji, dilbilim ve mitoloji gibi disiplinler arası verilerin birlikte değerlendirilmesinin önemini vurguluyor.
Sonuç olarak, İskandinavya örneği, tarih öncesi dönemlerindeki kültürel dönüşümlerin karmaşıklığını ve dillerin yayılmasının çok katmanlı bir süreç olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Zamanla, başarı odaklı tek yönlü araştırma ve dar bakış açılarının yarattığı sınırların içine çekilebilen insan doğasının farklı olasılıkları değerlendirmeyi unutmaması ve bunun sonuçlarından korkmaması dünyamızı tanıma ve kavrama nezdinde bizlere pek çok kapı açacaktır.