Kısa süre önce 2015 yılında vahşice katledilen Özgecan Aslan’ın Devlet Opera sanatçısı ablası Beste Aslan ve arkadaşlarının KCDP için İzmir’de organize ettiği dayanışma konserine katıldım.

Etkinlik başlamadan önce lavaboya gittim. Arkamdan tanımadığım bir kadın girdi. Ardından başka bir kadın… Kadınlardan biri diğerine fotoğraf çekelim mi diye sordu: Kadın da kabul ederek bu isteğini kırmadı. Ben de aynaya bakıp saçlarımı düzeltirken benim de fotoğrafa dahil olmamı istediğini söyledi. Tanımadığım halde reddetmek ayıp olur diye düşünerek fotoğrafa dahil oldum. Fotoğraf çekerken, “Belki bir daha çekmemiz mümkün olmaz” dedi. Halen ne demek istediğini anlayamadım. Bu denli herkesle fotoğraf çekmek isteyen birinin kim olduğunu da soramadım. Gülümsemekle yetindim sadece. Birbirimize iyi akşamlar diledikten sonra kapıdan dışarıya çıktım sessizce.

Peşimden gelen diğer kadın, fotoğraf çekmek isteyen kadının kısa süre önce evli olduğu erkek tarafından bıçaklandığını söyledi. O esnada şaşkınlıkla birlikte durumu ancak idrak edebildim. Aslında tanıdığı ve tanımadığı kişilerle fotoğraf çektirme isteği ve kurduğu cümle hayatta kalma isteği ve umutsuzluğunun ortasında bir yerdeydi. Korkuyla birlikte hayatta kalma isteğinin ne kadar güçlü olduğunu hissettim.

Davası halen devam ediyordu. Platform da kadının sesinin daha gür çıkması için davanın takipçisi olmuştu. Hayatta kalmaya çalışmanın, hedef haline gelmenin insan hayatını ne kadar güçleştirebildiğinin bir kez daha farkına vardım.

Sürekli öldürülen kadınların hayatlarını konuşurken diğer yanda hayatta kalmak için mücadelesinden vazgeçmeyen, tehdit altında yaşayan binlerce kadın var. Türkiye’de bir şahsın hedefi olmasa dahi, duydukları ve gördükleri yüzünden kendini hiçbir zaman güvende hissetmeyen milyonlarca kadın var. Aynı duyguları hissederek buradan tüm kız kardeşlerime sarılıyorum.