Bir şiir düşünün. Sadece dört harften oluşan bir alfabe kullanarak yazılmış, ama içinden milyarlarca farklı mısra doğurabilen bir şiir. İşte yaşamın hikâyesi tam da böyle başlıyor. Guanin, timin, sitozin ve adenin… Bilim kitaplarının sayfalarında G, T, C ve A olarak gördüğümüz bu dört harf, aslında hepimizin ortak atası. Bir karıncanın, bir balinanın, bir çocuğun ya da bir domatesin kodunu bu dört harf yazıyor.
Bu, sadece biyolojik bir olgu değil. Aynı zamanda varoluşsal bir gerçeğe işaret ediyor: Yaşamın farklı formları, aynı alfabenin varyasyonlarıdır.
Peki neden bu dört harf? Kimya teorik olarak daha fazlasını mümkün kılıyordu. Ama evrim, trilyonlarca olasılık arasından bu dört harfi seçti ve bugüne kadar hiçbir canlı alternatif bir alfabe geliştirmedi.
Bu bir zorunluluk muydu, yoksa şans mı? Cevap, bilim insanlarının laboratuvarlarında ve teleskoplarının baktığı yıldızların ötesinde saklı. Çünkü artık biliyoruz ki DNA tek seçenek değil. XNA’lar – yani alternatif genetik sistemler – laboratuvarda üretilebiliyor. Bu da yaşamın başka kimyasal altyapılarla da mümkün olabileceğini kanıtlıyor.
Bu durum bizi kışkırtıcı bir soruya götürüyor: Yaşam gerçekten evrensel mi, yoksa bizim evrimimizin bir ürünü mü?
Belki Europa’nın buz altı okyanuslarında veya Titan’ın metan göllerinde, karbon yerine başka elementlerle yazılmış başka alfabeler vardır. Belki biz “hayat” dediğimizde, sadece kendi versiyonumuzu tarif ediyoruz.
Bir de işin başlangıcı var. Bu harfler ilk nereden geldi? Bir molekülün diğerine çarpması, UV ışınlarının bir şeker halkasını kırması, yıldırımların kimyasal bağları yeniden düzenlemesi… Tüm bu rastlantılar prebiyotik dünyada yaşandı.
Ve bugün laboratuvar deneyleri gösteriyor ki yaşamın temel harfleri “mucizevi” değildi. Kimyasal olarak mümkün, çevresel olarak makul ve evrimsel olarak tutarlıydı. Bir kez ortaya çıktılar mı, evrim onların üzerinden yürümeye başladı.
Bu biraz soğuk bir açıklama gibi görünebilir. Ama aslında büyü tam da burada. Evrenin kaotik deney tahtasında, bu dört harfin bir araya gelmesi belki milyarlarca yıl sürdü. Ama oldu. Ve o günden beri bu harfler, varoluşun şiirini yazıyor.
İnsan aklı sadece akıl yürütmez; aynı zamanda anlam arar. Dört küçük molekülün doğru sırada birleşmesiyle tüm hayatın doğmuş olması, hâlâ sarsıcı bir gerçek. Bir matematik problemi değil, bir şiirin ilk dizesi gibi.
O moleküller birleşmeseydi bu yazı yazılmayacaktı, bu düşünce hiç doğmayacaktı. Belki de bilimle şiir arasındaki en ince köprü burada: Hayat, sadece bir kimya deneyi değil; anlamın da kimyasal bir hikâyesi.