Kediler… Onları hep kendi kafasına göre takılan, burnunun dikine giden, kimseyi umursamayan canlılar olarak tanımlarız ya hani, aslında o kadar da basit değil. İşin içine biraz daha yakından bakınca, hele bir de onlarla uzun süre aynı evi paylaşınca, fark ediyorsun: Kediler de seviyor, alışıyor, bağlanıyor… Ve kaybedince acı çekiyor. Evet, kediler de yas tutuyor.
Bunu sadece “kedici” arkadaşların gözlemleriyle değil, bilim de artık söylüyor. 2024’te Oakland Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, kedilerin evdeki başka bir hayvanı – ister başka bir kedi olsun, ister bir köpek – kaybettikten sonra davranışlarında ciddi değişiklikler gösterdiğini ortaya koymuş. Katılımcıların yarısından fazlası, kedilerinin daha içine kapandığını, daha az oynadığını, yemek yemekten kesildiğini veya durmadan kaybettiği dostunu arar gibi davrandığını anlatmış. Bunu bir “hüzün” hali, hatta “yas” olarak adlandırmak da hiç abartı değil.
Hadi bir durup düşünelim... Evde yıllar boyunca birlikte büyüdüğü, aynı güneşte yan yana uyuduğu, aynı oyuncağın peşinden koşturduğu can yoldaşı bir anda ortadan kayboluyor. Bu kaybı hissediyor ve o sessizliği, o boşluğu fark ediyor. Onlar konuşamıyor diye duygusuz sanmak büyük hata. Hatta belki de bazı duyguları bizden bile derin yaşıyorlar, sadece gösterecek başka yolları yok.
Bu durum sadece hayvan dostlarını kaybettiklerinde de olmuyor. Sahibini, yani o her sabah mama kabını dolduran, akşam koltuğa kıvrıldığında yanına çağıran kişiyi kaybeden bir kedinin ne hissettiğini kim bilebilir? Sosyal medyada bazen görüyoruz ya, sahibinin mezarına giden ya da günlerce kapıda bekleyen kediler... Bunlar sadece “alışkanlık” mı dersin, yoksa koskocaman bir özlem mi?
Eskiden bu tür davranışları sadece “kedi garipleşti” diye geçiştirirdik. Ama şimdi bilimsel veriler de destekliyor ki, kediler kaybı hissediyor. Tıpkı insanlar gibi onlar da yas sürecinden geçiyor. Kimisi sessizliğe gömülüyor, kimisi daha çok miyavlamaya başlıyor, kimisi yemek yemeyi kesiyor, kimisi sadece saatlerce aynı pencereye bakıp bekliyor.
Bu süreçte biz insanlara düşen en önemli şey, onları anlamaya çalışmak. Yanına gidip bir süre usulca yanında oturmak, alıştığı düzeni sürdürmek, onu zorlamadan ama yalnız da bırakmadan biraz daha ilgi göstermek. Bazen sadece orada olmak bile yetiyor. Biz konuşmadan nasıl anlıyorsak onların halini, onlar da bizim sessizliğimizden, dokunuşumuzdan anlıyor.