Hayatın ortasında, güneşli bir yaz günü çocukluğumuzu hatırlamak kolay. O dertsiz tasasız zamanları, mahalle arasında akşam ezanına kadar süren oyunları, bir ilk aşkı, bir ilk filmi, ailenin sıcaklığını... Her şey bir masal gibi akıp gidiyor, çoğu zaman ölümün soğukluğunu düşünmeden yaşıyoruz. Fakat ister istemez, en beklenmedik anlarda, insan aklı o kaçınılmaz sona dokunuyor: Ölüm.
Bugüne kadar ölümün ne olduğunu, ya da “sonrası”nı anlamak için inançlara, felsefeye, sanatçılara başvurduk. Bilim ise uzun süre bu kapının ardını kapalı bırakmıştı. Ancak son yıllarda beynin ölüm anında yaşadıklarına dair yapılan araştırmalar, o bilinmeyen kapının aralığından sızan yeni bir ışık gibi.
Michigan Üniversitesi'ndeki araştırmacıların deney farelerinde gözlemlediği şey, basitçe bir “son”dan ibaret değil. Farelerin kalbi durmuşken, nefesi durmuşken, beyinlerinde olağanüstü bir elektriksel senfoni başlıyor. Normalde bilinçle ilişkilendirilen gama dalgaları, ölmeden hemen önce adeta zirve yapıyor. Bilim insanları bunu “son bir bilinç patlaması” olarak nitelendiriyor. Yani ölüm, sandığımız gibi bir anda gelen karanlık değil; belki de beynin son bir direnişi, bir anlamda yaşamı simüle eden bir fırtına.
İnsanlarda ise doğrudan ölçüm yapmak kolay değil ama klinik ölümden dönenlerin anlattıkları bu tabloyu tamamlıyor. Birçok insan “hayatının film şeridi gibi gözünün önünden geçmesini”, huzur hissini, acının olmamasını ve kimi zaman zaman-mekân algısının kaybolmasını anlatıyor. Beynin ölüm anında ürettiği kimyasallar, mesela DMT gibi güçlü halüsinojenler, bu tuhaf deneyimin arkasındaki biyolojik temel olabilir. Araştırmalar gösteriyor ki, ölüm anı ile bazı güçlü psychedelic maddelerin etkisi arasında çarpıcı benzerlikler var.
Felsefi açıdan bakınca insanı büyüleyen asıl şey, ölümün kendisinin değil, ona dair deneyimin ve farkındalığın bizzat ölümün içinde saklı olması. Birçok kişi için ölüm, yalnızca bilinçsizliğe ve yokluğa açılan bir kapıydı. Oysa şimdi anlıyoruz ki, beyin veda etmeden önce son bir defa daha geçmişiyle, duygularıyla, hatıralarıyla buluşuyor olabilir.
Kimi için korkutucu, kimi için teselli edici olabilir bu bulgu. Ama kesin olan şu: Ölüm, tıpkı doğum gibi insan olmanın ayrılmaz bir parçası. Ve bilim, onun bir hiçlik olmadığını, son bir veda senfonisiyle taçlandığını gösteriyor. Bir tür son ışık patlamasıyla.