Çevresel krizler, insanlığı ortak bir sorumluluğa su kıtlığı, enerji israfı, altyapı verimsizliği sonucu oluşan iklim krizinin her gün derinleştiği bir ortamda yaşadığımız çevresel krizlerin insanlığı ortak bir sorumluluğa çağırdığı günümüzde artık bu krizle mücadele edebilmek için yalnızca kaynakları değil, sistemleri de değiştirmenin ve dönüştürmenin zorunluluk olduğu bir gerçek.
Su kaynakları üzerindeki küresel baskı giderek artıyor. Dünya Bankası araştırmaları ve bu araştırmalar sonucu elde edilen veriler bize gösteriyor ki, bugün dünya genelinde 3 milyar insan, en büyük nedenlerinden birisini, mevcut altyapıların yetersizliği ve verimsizliğinin teşkil etmesi nedeniyle temiz suya ulaşımda güçlük yaşıyor.
Aynı Dünya Bankası’nın projeksiyonlarına bakıyorum, veriler ve raporlar gösteriyor ki, 2030 yılına kadar su altyapılarına yapılması gereken yatırım miktarı 114 milyar doları aşıyor. Sanayileşme, kentleşme ve iklim değişikliği gibi etkenlerin su kaynakları üzerindeki yükü günden güne artırdığı apaçık ortadayken, bu kaynakların, verimli, akılcı ve sürdürülebilir sistemlerle yönetilmesi göz ardı edilemez bir zorunluluk. Ve bu tablo gösteriyor ki, sadece kaynakların değil, sistemlerin de sürdürülebilir olması yönünde alınması gerekli önlemler ivedi.
Son yıllarda özellikle tarım alanlarında kuraklık, aşırı yağış, sel ve dolu felaketlerinin ve bıraktıkları olumsuz durumların izlerini bizzat bire bir yaşayarak görüyoruz. Trakya’da ve ülkemizin bazı bölgelerinde ayçiçeği tarlalarının yeterli miktarda su olmayışı ve yaşanılan kuraklık nedeniyle sulanamayışı yüzünden çiçek açıp meyveye dönüşemeden kuruduğunun hem görsel hem de yazılı medyadan bizzat tanığıyız.
Su krizi yalnızca iklim değişikliği değil, aşırı ve israfa dayalı kullanım, vahşi sulama, artan nüfus nedeniyle oluşan artı tüketim ve küresel ısınmanın da etkisiyle büyüyor. Yeraltı kaynak sularımızda da hem aşırı kullanım, hem de kuraklıktan kaynaklanan problemleri yaşıyoruz. Yıllar öncesinde Konya Ovası bölgesinde yeraltı sularının aşırı kullanılması sonucu oluştuğunu bildiğimiz, ilk defa oralarda gördüğümüz obrukların artık İç Ege’nin bazı bölgelerinde de oluştuğuna tanık oluyoruz, bu tür haberleri izliyor, gazetelerde okuyoruz.
Ve geldiğimiz bu noktada, ileride yazacağım yazılarda da üzerinde hassasiyetle duracağım su yönetiminin sürdürülebilirliği konusunda diyorum ki; “Suyun geleceği, yalnız kaynağında değil, o kaynağın nasıl yönetildiğinde saklı. Çünkü daha fazla suya değil, daha fazla teknolojiye ihtiyacımız var. Suyun nereden geldiği kadar, nasıl taşındığına odaklanmalıyız.
Mevcut kaynakları korumanın ilk adımı, onları taşıyan sistemleri daha verimli, daha akılcı ve daha sürdürülebilir hale getirmek olmalıdır.