Bugün atom altı parçacıkların gizemlerini anlamaya çalışan ve milyonları yaşatan altyapılar kuran bizler, çoğu zaman birkaç çalı ve ağaç kökünce üstü örtülmüş ve asırlardır unutulmuş bazı eski eserleri gördüğümüzde şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz veya içten de olsa tutuşmaya başlayan o merak kıvılcımını dindiremeyebiliyoruz. Tarihte birileri sanki akıllarındaki düşünceleri karşılarındaki taşlara fısıldarcasına yapılar üretmiş ve yıllar geçtikçe doğaya karşı olan duruşlarıyla bu taşlar o fısıltıları bizlere yankılanan birer haykırış olarak aktarmış. Yüzyıllar boyunca insanlar, diller ve kültürler unutulabilir ama devasa taşlar yerinde kalır ve işte Alatri’nin devasa duvarları, bu unutulmuşluğu dünyanın pek çok yerinde ortak bir paydada sorgulatan yerlerden birini oluşturur.

İtalya’nın Lazio bölgesinde, Roma’nın güneydoğusuna uzanan topraklarda, Frosinone’ye bağlı küçük bir kasaba olan Alatri, bugün bakıldığında sıradan bir yerleşim yeri gibi görünebilir ama kentin akropolünü (akropolis) çevreleyen megalitik taş duvarlar incelendiğinde bazı soru işaretleri ortaya çıkar.

Kimilerine göre bu duvarlar, yalnızca İtalya’nın değil, dünyanın en iyi korunmuş poligonal megalitik mimarilerinden biridir. Taşların şekil, boyut ve işçilik gibi özellikleri bu yapıları birçok araştırmanın, tartışmanın ve alternatif bakış açısının ilgi odağı hâline getirmiştir.

Alatri’de duvarların birinci halkası, kenti çevreleyen 2,5 kilometrelik büyük bir çemberdir. Bunun içinde akropolü saran ikinci halka yükselir ki bu da yüzlerce metrelik ve olağanüstü derecede iyi korunmuş bir duvardır. Dört binden fazla taş, neredeyse kusursuz bir dikkatle yerleştirilmiş ve yaklaşık 600 metrelik altıgen bir çevre oluşturmuştur. Her biri tonlarca ağırlıktaki bu bloklar arasında, 27 tona varan dev parçalar da vardır. Son olarak, bu ikinci çemberin kalbinde yine megalitik taşlarla örülü üçüncü dikdörtgen bir platforma yer veren poligonal katman bulunur. Bu platformun bir güneş tapınağı olmuş olabileceği ve bazı astronomik özellikler barındırdığı tahmin edilmektedir. Tüm bunların tepesinde ise tabii ki günümüze daha yakın tarihte inşa edilmiş olan bir katedral bulunur ve bu da bizlere Meksika’daki devasa Cholula Piramidi’ni anımsatabilir.

Peki bu devasa yapıların kökeni nedir? Alatri’de bir süre Romalıların yaşamış olduğu tartışmasızdır; ancak megalitik duvarlarda kullanılan mimari teknik ne Romalıların stiliyle ne de dönemiyle eşleşmemektedir. Bazı araştırmacılarca yapılan çalışmalar, yapının köklerini proto-İtalik topluluklara bağlar. MÖ 8. ve 7. yüzyıllarda daha kaba taşlarla oluşturulan erken dönem işçiliğin Aurunciler gibi yerel halklara ait olabileceği öne sürülmüştür. MÖ 7. ve 6. yüzyıllarda ise Hernici kültürünün izlerine rastlandığı teorize edilmektedir. Asıl görkemli işçilik, yani devasa blokların kusursuz şekilde birbirine kilitlendiği üçüncü evre olarak adlandırılmış kısım, MÖ 6. ve 4. yüzyıllarda Antik Yunanlardan önceki Pelasglardan esinlenilmiş bir ustalığa atfedilmekte olsa da bu, çok tartışmalı bir konu olmayı sürdürmektedir.

Pek çok değerli tarihi alanda rastladığımız gibi, bazı konumlar tüm medeniyetlerce değer görüp, birbiri üstüne yapılan inşaatlara tanık olmuştur ve en ilginç olan ise aşağıya inildikçe sofistikasyonu azalmayıp tam tersine artan yerlerdir. Böyle bulgular, Alatri gibi alanlar ve bunlara ilişkin araştırmalar arttıkça belki de geçmişimizi daha iyi anlayabilir veya ucu açık soruları yanıtlayabiliriz.