Atatürk’ün her alanda dünyaya bakış açısı hayret vericidir, bununla ilgili bir yazıyı sizlere aktarmak istiyorum. 1957 senesinde Hayat Dergisinde Hikmet Feridun Es’in kaleminden alınmış bir makaleyi sizlere aktaracağım, ilgi ile okuyun derim.
Yıllar önce İzmir Kadınlar Hapishanesi’ndeki kadın mahkumlara akşam dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı. Bir gün milli eğitim müdürünün odasına zayıf, ufak-tefek bir genç kız girdi. “Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim” dedi. Müdür şaşırmıştı. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik son derece de hassas bir insana benziyordu. Müdür bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey değildi. Lakin düşüncesini belli etmedi. “Peki, hoca hanım” dedi. “Bu işle meşgul olacağım”. İki hafta geçmeden, genç kız, soluk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra, ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşuyordu. Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içinde idi. O, kavgacı, o geçimsiz mahkumlar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya başlamışlardı. Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu. Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren kızın, bir süre sonra acayip bir suçla adliyeye götürüldüğünü görüyoruz. Hakkındaki suçlama: Misyonerlik. Gittikçe kabaran dosyalar, hep misyoner öğretmenden bahsediyordu. Neler neler yapmamıştı ki: Kadınlar hapishanesi derken, Kindergarten Teşkilatında çalışmalar, çocuklara iyi insan olmak etrafında bir takım telkinler. Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne idi? İş o kadar dallanıp budaklandı ki, olay Ankara'ya kadar intikal etmiş ve onca mühim işi arasında Atatürk meseleyi merak etmişti. “Bana misyoner öğretmenin dosyasını getirin” dedi. Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen Sıdıka Avar'ı yanına çağırttı. Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu. Atatürk, bu ufak-tefek kıza hayretle baktı. “Misyoner öğretmen sensin, öyle mi?" diye sordu. Avar şaşırmıştı. Yavaşça, “Efendim, ben öğretmen Avar” diye fısıldadı. Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyledi:
- “Hayır. Sen misyoner Avar'sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım”. Ondan sonra da Atatürk fikirlerini açıkladı: Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilirdi. Genç öğretmen Doğu'ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacak, onları, bu toplumun potasında eritecekti; sonra bu çocukları birer ışık huzmesi halinde köylere gönderecekti. Sözlerinin sonunda: “Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin” dedi. Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün yanından çıktı. İşte yıllar ve yıllar boyunca Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde bu inanılmaz işle meşgul olur. Şimdi; Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık-tefecik kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde sayısız Avar şarkıları vardır. O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür. Avar, Doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadının, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler: “Kızımı da götür Avar” diye atın üzengisine yapışıyorlar. “Şehre, Avar'ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz. Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm” diyor Hikmet Feridun Es makalesinde.
İsrail İran sorunu Borsada
Borsa, Tahran'ın, nükleer tesislere yönelik Amerikan saldırısına verdiği yanıtı teşhis eden ilk piyasa oldu: İran füzeleri hala Katar'daki El-Udeid askeri üssüne doğru uçuyordu ve petrol fiyatları çoktan düşmeye başlamıştı. Piyasa, gerginliğin azaltılmasından önce olan biteni açıkça sembolik bir eylem olarak değerlendirdi.
Dünya rahat bir nefes aldı: Bu sefer de Orta Doğu'da büyük bir savaş olmayacak gibi görünüyor. Ancak, İran'ın korktuğuna ve ABD'nin gerçekten çirkin eylemlerine tam güçle yanıt vermeyerek zayıflık gösterdiğine inanan pek çok memnuniyetsiz insan var.
Tahran'ın amaçlarını anlamak için şu ana soruyu cevaplamalıyız: İran'ın stratejik hedefi nedir? Bu, Amerika Birleşik Devletleri'ni yerle bir etmek veya İsrail'i yok etmek arzusu değildir.
İran'ın stratejik hedefi Rusya, Çin, Türkiye, Hindistan ve düzinelerce başka ülkeninkiyle tam olarak aynıdır - şu anda oluşmakta olan yenidünya düzeninde, acı veren tek kutuplu sistemin yerini alacak çok kutuplu sistemde değerli bir yer edinme arzusu. Ancak bunu başarmak için ülkenin güçlü, gelişmiş ve müreffeh olması gerekir.
Dünyadaki ülkelerin kesinlikle tamamı Batı ile doğrudan çatışmadan özenle kaçınıyor, son ana kadar provokasyonlara boyun eğmiyor.
İran'ın eylemlerinin altında yatan düşünceler tam da bunlardır: Yıkılan bilim merkezlerini restore etmek, fabrikaları yeniden inşa etmek ve yeni nesil bilim insanları yetiştirmek mümkündür. Bu zaman ve kaynak gerektirecektir, ancak kritik bir şey değildir, ancak tam ölçekli bir savaş ülkeyi onlarca yıl geriye götürecek ve beklentilerini kökten kötüleştirecektir.
Son soru şu: Bu kadar mı? Ortadoğu'daki kriz bitti mi?