Her yıl binlerce gencimiz üniversiteyi kazanıyor. Kazanıyor ama nasıl? Çoğu zaman yeterince çalışmadan, sistemin açıklarını kovalayarak, ezberle geçip giderek… Asıl sorun ise diploma alındıktan sonra başlıyor. Okul bitiyor ama iş yok. Daha doğrusu çalışmak istemiyorlar. İş var ama iş beğenmiyorlar.
Bugünün gençleri her şeyi kolay istiyor. Kolay sınav, kolay diploma, kolay iş, kolay para… Kimse zorlukla yoğrulmak istemiyor. Emek vermeden başarı, ter dökmeden karşılık bekleniyor. Hatta daha mesleğe adım atmadan, “emekli olayım da dünyayı gezeyim” hayalleri kuruluyor.
Oysa hayat öyle işlemiyor. Hayat sabır ister, mücadele ister, alın teri ister. Tıpkı tarlaya ekilen tohum gibi… Tohum bile yeşermek için güneşe, toprağa, suya ve zamana ihtiyaç duyarken; nasıl olur da bir genç emek vermeden yeşerebilir?
Burada sadece gençleri suçlayamayız tabii ki. Biz büyükler olarak neyi nasıl öğrettik? Hangi değerleri aktardık? Kolaycılığı mı, mücadeleyi mi? Her şeyi önlerine mi serdik, yoksa çabalasınlar diye mi bekledik?
Z kuşağı dediğimiz bu yeni neslin ihtiyaç duyduğu şey, aslında bir “gerçeklik kontrolü.” Onlara hayatın sadece sosyal medyadaki gibi olmadığını, başarıya giden yolun çukurlar, engebeler ve taşlarla dolu olduğunu anlatmalıyız. Sadece sınav kazanmak değil, hayatla baş edebilmek de bir beceridir.
Şimdi elimizi taşın altına koyma zamanı. Hem aileler, hem öğretmenler, hem de toplum olarak gençlerimizi geleceğe hazırlamak zorundayız. Onlara kolay değil, doğru yolları göstermeliyiz. Çünkü bu ülkenin geleceği, ancak çalışan, üreten, azmeden gençlerle aydınlanacak.