Dünyanın gerçek hakimleri küresel silah ve ilaç sanayileridir. Bu ikisinin karşısında hiç bir güç duramaz, onları kontrol altına alamaz.

Herkes barışı istiyor ama durmadan savaşıyoruz. İki bireyin kavgası, barışarak sonlanırken küresel savaşlar dinmek bilmiyor. Çünkü silah sanayiinin çarkları işlemek zorunda. Onların patronları için savaş, bilgisayar oyunundan farksızdır.

Dünya, yılda silah için 1.7 trilyon dolar para harcıyor. Bu para, silaha değil de insanların refahına harcansa dünyada bir tek fert aç kalmaz.

Barış isteyen liderler de bu güç tarafından hep tehdit altında. ABD Başkanı Kennedy’nin 1960’lı yıllarda barış istediği için öldürüldüğü gerçeğini unutmayalım.

Türkiye, bu yıl 47 milyar doları silahlanmaya ayırdı. Kişi başına 587 TL yapıyor ki bu bile az değil.

İlaç sanayii de küresel anlamda aynı güce sahip. Global bütçeleri 1.6 trilyon Amerikan Doları.

Ölümcül hastalıklar onlar için önemli bir geçim kaynağı. Kanser, inme, demans gibi çokça rastlanan hastalıklara ilaç dışında çare bulanlara daha girişimleri halinde engel oluyorlar. Ama dünyanın en çok ilaç tüketen ülkeleri de aynı zamanda en çok ilaç üretenleri. Yani Japonya, ABD ve Çin.

Sonuçta savaşlarla ve ölümcül hastalıklarla yaşamaya alışacağız. Taa ki bu iki sektör imana gelinceye kadar.

Diyelim ki bunları kullanmadık

Aktivistler, “Müslüman kanı bulaştığı için” pek çok ürünün satın alınmamasını isteyen pankartlar asıyor sağa sola.

Boykot çağrısında 150’ye yakın marka var.

Hepsi de hayatımıza girmiş markalar. Dişimizi onlarla fırçalıyor, saçlarımızı onlarla yıkıyoruz. Onlarla çamaşır yıkayıp karın doyuruyoruz. Aracımızın yakıtı onlardan, cep telefonları onlardan. Giyimimizin çoğu o markalardan. Gözlüklerimiz, kremlerimiz, ayakkabılarımız, hatta donlarımız bile bu markalardan birinin etiketini taşıyor.

Hangi birinden vazgeçelim ki?

Geçsek ne olacak. Dişler fırçalanmayacak, saçlar yıkanmayacak, atıştırmalara veda edeceğiz, cep telefonunu unutacağız vesaire vesaire.

Çünkü milli sanayimize sahip çıkamadık. Hepsini yabancılara sattık. Satarken de “Kimdir bunlar?” diye sormadık. Dışa bağımlı bir ülke haline geldik. Baktık ki, markaların sahipleri siyonist eğilimli, şimdi feryadı basıyoruz.

Hiç hakkımız yok. Milli endüstrimize sahip çıkmadığımız için asıl suçlu bizleriz. Dünyanın hiçbir ülkesinde bunun benzerini göremezsiniz. Yarattığımız birçok güzel markalar, iki kuruşa kuş olup uçtu. Şimdi karalar bağlıyoruz.

“Müslüman kanı bulaştı” diye taa sonraları uyanmak ve boykota girişmek hiçbir işe yaramıyor, yaramayacak da; göreceksiniz.

Cesaretiniz varsa, buyrun

Devlet, özellikle Suriye ve benzeri ülkelerden sığınan gençlerin üniversitelere girmesine özel bir ayrıcalık uyguluyor. Bizimkiler, üniversite sınavlarında ter dökerken onlar ellerini kollarını sallayıp diledikleri fakültede eğitim görüyorlar.

Ve içlerinden birçoğu hekim olarak hayata atılıyor ve canlarımız onlara emanet ediliyor. Sonu ov’la-puv’la biten hekimler sağlık kurumlarında görevlendiriliyor. Dil bilmiyorlar, derdinizi anlatamıyorsunuz. Öncelikle güven sorunu yaşıyorsunuz. Ama başka çareniz yok.

Çoğu bu yüzden hekimlik mesleğini seçiyor. Çünkü hemen iş bulabiliyorlar.

Kendilerine emanet ettiğimiz canlarımız bu kadar değersiz mi, sağlık gibi böylesine önemli bir konu, bu kadar ucuzlatılır mı?

Ne yazık ki evet.