İnsanlar binlerce yıldır süren hayat mücadelelerinde bilgi ve tecrübelerini aktarmak için pek çok yol denediler. Coğrafya, dönem ve kültürün etkisiyle bu aktarım farklı formlar alsa veya evrimleşse de merkezinde genellikle aynı amaç bulunmuştur. Yazının keşfi öncesi bilgi paylaşımı çoğunlukla sözelken, bir takım bilgi ise toplumun inanç ve yapısına bağlı olan bazı ritüellerden geçen kimseler ile paylaşılıyordu. Erginlik çağına gelmiş bireylerin bilgiye ulaşmak için kat etmesi gereken yol ilerleyen çağlarda yerini toplumların büyük bölümünde daha farklı bir geçiş yordamı olan okuma yazmaya bıraktı. Yazının keşfinden sonraki antik çağlarda insanların yerleşik hayata geçişinin hızlanması ve nüfus artışının da etkisiyle bilgiye ulaşma yöntemleri, değişen dünyaya uyum sağlamaya başladı. Ancak bu çağlarda yazı yazabilmeyi öğrenmek birçok kültür için yüksek derece önem taşımaktaydı ve hatta Antik Mısır uygarlığında Thot ve bazı tanrıların rahiplerine biçilen en yüksek rütbelerden biriydi. Bilgiye ulaşmanın anahtarlarından biri haline gelen bu konseptin çevresinde yıllar boyunca farklı inançlar ve sanatlar gelişirken bazı ülkelerde okuma yazma oranı arttı ve kimisinde ise azaldı. Bunun sebepleri arasında politik, askeri ve toplumsal durumlar en büyük rolü oynamaktadır. Hat sanatı ve Kaligrafi olarak adlandırabileceğimiz yazıyı süsleme bazlı sanatların çıkış noktaları da yazıya vakıf olanların ona verdiği değeri anlamamıza yardımcı olabilir. Yazı yazanların nüfusa oranla çok nadir olduğu Orta Çağ Avrupası’nda kitapları kopyalamak ya da bir grup yazıtı bütünleştirmek gibi işleri yerine getirebilen katiplerin görevi çok değerliydi. Ancak bu kadar önemli bir işi gerçekleştiren bu bireylerin eserlerinde sıkça birbirinden bağımsız “karalama” olarak bile sınıflandırılabilecek izler, yazılar veya çizimlerle karşılaşılmaktır. Yazmaktan körelen yazım araçlarının uçlarını sivrilttikten sonra deneme amacıyla yazdıkları eserin başındaki veya sonundaki boş bırakılmış sayfalara yazılan kısa cümleler veya çizilen küçük çizimlerle başlayan bu aktivite zamanla bir kategori olarak tanımlanabilecek “Marginalia” yani kâğıt üstündeki boşlukları ya da yazının kenarlarını doldurma işi haline geldi. Bu tip ek yazı ve çizimlerin varlığının kitapların çok pahalı ve ender olduğu bir dönemde süregelmesi ne kadar şaşırtıcı olsa da katiplerin sadece birer matbaa makinesi değil yaptıkları işlere duygu, düşünce ve kişiliklerini aktararak belki de birçok eseri birbirinden farklı ve değerli kılabilen kimseler olduğunu anlamamızı sağlıyor. Marginalia dahilindeki çizimler bazı durumlarda tarihçiler veya o dönemi araştıran kişiler için paha biçilemez bilgiler ve bakış açıları sağlayabiliyor. Ayrıca yazıldıkları dönemde varlıklarının kalıcı olacağı düşünülerek üretilen bu objelerin içine kendi izlerini katmış olmaları bir noktada katiplerin bu şekilde kendilerini ölümsüz kıldıkları fikrine mümkünlük katıyor.