Süleyman Demirel’i ilk kez 1965 yılında; yeni Başbakan olduğu yıl Ankara’da görmüştüm. Dönemin Buca Belediye Başkanı Süha Göksel, bizi Meclis’e götürmüş, Demirel’le tanıştırmıştı. O yıllar Ege Telgraf’ta çalışıyorum. Rahmetli Sezer Doğan ile birlikte kendisini gazeteye davet ettik, “Gelmem mi?” dedi.

Ve çok değil üç ay sonra çıktı geldi. Gazete merkezimiz o yıllar, Birinci Kordon’da Pasaport İskelesi’nin hemen karşısında. Başbakan Demirel, yanında “Buruşuk” lakaplı trafik polisi eskort Cabir’le birlikte, yanında başka kimse olmaksızın merdivenlerden yukarı çıktı ve deniz manzaralı odadaki koltuğa oturdu. “Nasılsınız bakayım” diye hatırımızı sordu, yandaki ‘İzmirlinin Kahvehanesi’nden gelen Sami, kendisine “Ne içersiniz?” diye sordu. O da “Bir orta kahve yap bakalım” dedi. Sami gitti, kahveyi getirdi. Arkasına kimse takılmadı. Demirel kahveyi keyifle içti. Bizlerle sohbet etti.

Kapı önünde bir tek polis arabası ve Demirel’in makam aracı. Ambulans yok, koruma yok, yolu kapamak yok.

Başbakan Demirel, bu ziyaretten memnuniyet duyduğunu söyledi, hepimizin elini sıktı ve gitti.

Sonrasında çok kereler görüştük. Hafızası, hoşgörüsü, zekası, ülke ve insan sevgisi adeta tavan yapan bir liderdi. Özellikle ülkesinin onuru onun için her şeyin önünde gelirdi. Ziyaret ettiği her ülkede eller üstünde taşındı. Castro’dan Clinton’a kadar pek çok lider, yaptıkları açıklamalarda kendisiyle tanışmaktan duydukları memnuniyeti dile getirmişlerdi.

Etrafa yaydığı pozitif enerji, herkesi çok etkiliyordu. TRT’deki açık oturumların fikir babası oydu ve o açık oturumlar, demokrasinin, saygının, hoşgörünün, siyasi terbiyenin birer abidesi olarak tarihe geçtiler.

Demirel’siz bir Türkiye, farklı siyasi görüşlerde olsak da çoğumuzun içine sinmiyor.

Özlüyoruz vesselam.

İlle de asabiyet

Eskiden ruh doktorlarına “Asabiye Doktoru” denirdi.

İnsanların o zamanlar sadece asabiyetle ilgili sorunları varmış demek.

Şimdi cins cins. Panik atak, anksiyete, depresyon, obsesif bozukluk, sosyal fobi, stres, bipolar bozukluk, şizofren vs. 

Uzmanlar 450 çeşit ruh hastalığı belirlendiğini söylüyor.

Hal böyle olunca ilaç piyasasındaki dengeler de değişiyor. Hangi eczacıya sorsam en çok satılan ilaçların ağrı kesici olduğunu, ondan sonra depresyon başta olmak üzere sakinleştirici ilaçların geldiğini, ardından da mide koruyucuların tüketildiğini söylüyor.

Bu tablo, dünyada da böyle. Ama bizde daha fazla. 

Keşke yapılabilecek bir şey olsa.