Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli çocuk hekimlerinden birisi olan Dr. Behçet Uz, 1931-1941 yılları arasında İzmir Belediye Başkanlığı görevinde bulundu.

Sağlık alanında ciddi çalışmalar yapan Dr. Uz’un; Türkiye’nin ekonomik ve sosyal anlamda sancılı olduğu o dönemde İzmir’e sunduğu hizmetlerin her biri bugün birer ‘Mucize’ kabul edilir.

Behçet Uz zamanında kent ihya olmuş, milyonlarca liralık borcu silinmiş, her semte pazaryeri yapılmış, Çocuk Hastanesi kurulmuş, Fuar hayata geçirilmiş, İzmir otobüs garajına sahip olmuştu. Fevzipaşa Bulvarı olmak üzere İzmir’in en prestijli caddelerinin mimarı da odur.

Onun dönemini yaşayanlardan bolca dinlediğim şey; Dr. Behçet Uz’un her biri bir tez konusu olabilecek Meclis ve encümen toplantıları olduğu. Uz, burada yaptığı konuşmalarda, sunduğu bilgilerde, projelerinde Meclis toplantı salonunu gerçekten bilim konferansının verildiği bir alana dönüştürürdü. Dönemin yüksek okullarından bilim adamları ve öğrenciler, sırf bu meclis toplantılarını izlemek için İzmir’e gelir, onun konuşmalarından feyz alırlardı.

Bununla ilgili pek çok kitap yazıldığını biliyorum ve bunlar mahalli idareler konusunda bilgilenmek isteyenlere ciddi birer kaynak oluşturmuştu.

Yaşamının her evresinde enerjik, faal ve bir şeyler yapma hevesi içindeydi. Az konuşur, öz konuşur, dinleyeni büyülerdi. Ciddi tavrında bile bir samimiyet esintisi vardı.

İzmir’de hiçbir belediye başkanının onu yok saydığını görmedim. Hepsi onu örnek aldılar ve bunun için de bir ego sergileme ihtiyacı duymadılar.

Kısacası, adı ve eserleri İzmir’de hep yaşatılacaktır.

Eğitim neden gereğince önemsenmez

Her ile üniversite ısrarı, bugün gelinen noktada Türkiye’nin eğitim kalitesine büyük bir darbe olarak nitelendiriliyor.

Çok iyi üniversitelerimiz var. Onları ayrı tutuyorum. Köklü vakıf üniversitelerimiz var. Hepsinin eğitim kalitesi dünya sıralamalarına giriyor.

Ancak çok üniversite açma ısrarı; eğitim sürecinde doğurduğu sıkıntılar, hem milli ekonomimize zarar, hem de gençlerin hayallerini suya düşürmektir. Türkiye’de otuz kadar üniversitede tam kapasite eğitim yapılmadığını geçenlerde milli bir kurum açıkladı. Çünkü eğitmen yok, öğretim üyesi yok. Ayrıca pek çoğuna talep yok.

Eskiden Devlet Planlama Teşkilatı vardı ve hangi sektörde ne kadar ihtiyaç olduğunu bu kurum tespit ederdi. Eğitim politikaları ona göre düzenlenir ve sonuçta sağlıklı bir tablo ortaya çıkar, üniversiteyi bitiren her genç bir şekilde iş bulur, meslek sahibi olurdu.

Bugün Türkiye’nin en çok hekime, hukukçuya, mühendise, maliye eğitimi görmüş elemana ve devleti yönetecek değerlere ihtiyacı vardır ve ne yazık ki bu alanlardaki açık bir türlü kapanamamaktadır.

Eğitimin gereğince önemsenmemesi, eğer bir politikaysa çok yazık. Eğer yanlışlıkların farkına varılmış da “devam” denmişse daha da yazık.

Her ile üniversite de bir hizmet anlayışı değildir. Böyle bir uygulama hayal kırıklığını bile bile kabullenmektir.

Tutuklu yargılanma

Türkiye’de örnekleri son zamanlarda çokça görülen bu uygulama, artık ciddi anlamda tartışılmaya başlandı.

Bunu savunan hukukçular (!) var. “Savcı, hakim gerekli görmüşse” diyebiliyorlar.

Ama hukukçular da var, “Eğer tutuklu yargılanan kişi, suçsuz olduğu anlaşıldığında ne yapacaksınız?” diye soruyor.

Cevap yok.

Hukuk bilgisine sahip olmayı bir kenara bırakalım.

Mantık diye bir şey var.

Evet, suçsuz oldukları anlaşıldığında ne olacak?

Bu soruya cevap bulunulmadığı ortada. Muhalefet, bunu uluslararası alanda da kullanmaya hazırlanıyor. Çünkü medeni ülkelerden hiç birinde böyle bir uygulamaya rastlanamıyor.

“Burası Türkiye” diye içeriği çok zengin bir ti’ye almışlığımız var.

Gerçekle yüzleşip “hata yaptık” demedikçe ti’ye alışımız devam edecek gibi görünüyor.