İzmir, 17. Yüzyıl’dan başlayarak ticaretin çok hareketli olduğu bir kent kimliğiyle öne geçmiştir.

Özellikle bir liman kenti olması, bu kimliği daha da pekiştirir. Bu hareketliliğin içinde Osmanlı’nın o yıllarından başlayarak el arabalarının taşımacılıkta çokça kullanıldığı bilinir. Bu arabalar, Cumhuriyet’in ilk 40 yılına da damgasını vurdu ama motorlu araçların artmasıyla trafik bilinci de yerleşmeye başlayınca bu ‘sıradan’ sayacağımız araçlar sorun olmaya başladı.

F B I M G 1728738424678

1964 yılında; o dönemin yeni kurulmuş siyasi kurumlarından Adalet Partisi’nin adayı olarak İzmir belediye Başkanlığı’na soyunan Osman Kibar’ın seçim bildirgesindeki ilk sözü ne yol, ne su, ne elektrik, ne şu ne bu, sadece at arabalarını kaldırmak olmuştu. Bu vaadi, yine o dönemin çok ünlü yayın organlarından Hayat Dergisi’nde geniş olarak yayınlanmıştı.

Osman Kibar, bu sözünün de etkisiyle olacak seçimi kazanmış, 1973 yılına kadar İzmir Belediye Başkanı olarak görev yapmıştı. O yıldan sonra da bu arabalar, İzmir sokaklarında görülmez olmuştu.

Düşünün hele, böyle bir vaat verilmeseydi ve o arabalar hala kullanılıyor olsaydı, halimiz niceydi?

Kötü miras başa dert…

Bazı belediye başkanlarının seçimden bu yana çözemedikleri sorunların başında; kendilerinden önce ‘son dakika’ işe alınan hatırlı işçiler geliyor.

Bunlar, hem bağlı oldukları siyasi partinin delegesi, hem de işe girer girmez sendika üyesi yapılmış kişiler.

En iyi statüde maaş alıyorlar, ama hiçbir iş yapmıyorlar.

Amirlerine, müdürlerine efeleniyorlar, onlara ‘dayı’larının isimlerini hatırlatıyorlar.

Bu kötü miras, o bazı belediyelerin hem bütçelerini zorluyor, hem de hizmet vermelerinde engel oluşturuyor.

Daha kötüsü, belediye camiasında ‘çalışmadan para alan’ tipler olarak, çalışmak isteyene de engel oluyorlar.

Bunun son örneği, İzmir’in en kalabalık ilçelerinden birinin belediyesinde yaşandı.

Bir birimin müdür ve amirleri, mahalle muhtarlarıyla yaptıkları toplantıda bu konudaki sıkıntılarını dile getirdiler, artık ‘iyice şımarmış’ olan bir işçiyi örnek göstererek “Kendisine iş veremiyoruz” dediler. 

‘Dayı’, çok hatırlı olunca çözüm de zorlaşıyor bu durumlarda. Yeni belediye yönetimleri, bunlarla başa çıkma konusunda adeta çaresiz.  Çünkü ‘Dayı’ dediğimiz her kimse, onların da üstünde. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal.

Bu tür sorunların çözümü, Belediye meclislerinde alınacak kararlarla önlenebilir. Bir işçinin aynı zamanda parti delegesi olmasının önü kapanmadıkça, o dayıların iştahı da kapanmaz. 

“Ama asıl görev, partilerin üst yönetimlerine düşüyor “ diyeceğim ama oradaki ‘Büyük dayılar’ darılmaz mı sonra?

Gazetelerin değişen kimlikleri

Gazetelerin künyelerinde ilgilendikleri branşlar mutlaka yazılırdı:

“Günlük siyasi gazete”

“Spor Gazetesi”

“Ekonomi ve Ticaret Gazetesi”

“Magazin Gazetesi”

Şimdi böyle bir ayırım, en azından bariz bir şekilde yok. Gazeteler, her konuya değiniyor. 

“Tarafsız gazete” deyimi bile rafta kaldı.

Bu evrim, dijital gazeteciliğin göz kırptığı bu günlerde geç kalmış bir uygulamadır. Gazetelerin içeriğini zenginleştiren bir yarış başlamışken yazılı basına küsme modası da nereden çıktı?

Bu döngü bence hayra alamet değil.

İBRAHİM ORMANCI

Parlak bir cilt için kayısı, parlak bir beyin için de erkeğe karısı lazım. Kadın dırdır etmezse erkekte beyin pırıl pırıl olur annem!

***

Deveye neren eğri diye sormayın bence. Ne olacak bu memleketin hali diye sorun. İkisi de aynı kapıya çıkıyor nasılsa!

***

Bugünün işini yarına bırakmam bırakmasına da, ahhh bir iş bulabilseydim keşke!

***

Pire için yorgan yakmak ne ki, kimi kadınlar püre için koskoca evi yakıyorlar!