En büyük kadın hareketlerinden biri olan ve isim kökleri Latince “femina” ve Fransızca “féminisme”den gelen “Feminizm” akımı, Türkiye’de büyük bir erkek düşmanlığı olarak anlaşıldı. Halbuki feminizm anlam kökeni olarak, kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik çeşitli ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan bir hareket olarak tanımlanmaktadır. Kadın ve erkeklere yönelik hakların sorgulanması, iş, eğitim ve sosyal hayatta kadınlar ve erkeklerin eşit olduğu düşüncesinin savunulması ile ortaya çıkan akım, Türk toplumunda “okumuş” dediğimiz sözde aydın olarak geçinen bazı kesimler tarafından amacının dışında savunularak, tuhaf bir yöne doğru çekilmeye çalışılıyor. Toplum değerlerinin saçma bir şekilde eleştirilmesi ve adına da feminizm deniyor olması, eleştirilerin bir numaralı odağı haline geliyor. Bugün bu konudan bahsetmek istememin nedeni ise, topluma hitap eden bazı göz önündeki kişilerin, feminizm adı altında erkeklere karşı yüksek bir manipülatif tavır sergilemesinden duyduğum rahatsızlık. Açıklamamda erkekleri savunmak değil, tam tersine cinsiyetler arası eşitsizliğin ortadan kaldırılması ve eşitliğin sağlanması düşüncesini savunmak amacındayım.
Feminizm, tabanda bir teoridir. Bunun yanında da hak eşitliği ve kadınların özgürlüğü amaçlarıyla aynı zamanda da politik de bir harekettir. Kadınlara yüklenen hiyerarşik cinsiyet baskısının sona erdirilmesi ve toplumsal cinsiyet normlarının dengelenmesi amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu hareketin kökeni kadının eğitim hakkını savunan Lady Mary Wortley Montagu ve Marquis de Condoret gibi özgür düşünürlerin de içinde yer aldığı Aydınlanma Çağı’nda ortaya çıkmış ve 19’uncu yüzyılda kadınlara adaletsiz davranıldığına ilişkin inançla organize bir hale gelmiştir. Harekete “féminisme” adını veren kişi ütopyacı sosyalist Charles Fourier'dir (1837). Fourier, 1808 gibi erken bir tarihte kadın haklarının genişletilmesinin, toplumsal ilerlemenin genel prensibi olduğunu öne sürmüştür. Bu adımlar 19’uncu yüzyılda birçok Avrupa ülkesinde ve Amerika Birleşik Devletleri ile Avusturalya’da ilk dalgasına başlamıştır. Feminizmin ikinci dalgası ise 20’nci yüzyılın ilk 20 yılında sürdürülmüştür. Ancak beli başlı sebepler kadınları yeniden geleneksel aile yapısındaki yerlerine geri döndürmüş, 1929’daki dünya ekonomik krizinde işten ilk çıkarılan grup kadınlar olmuştur. 
Bu bilgiler ışığında kadınlar yıllarca evlere hapsedilmiş olduğu ve erkeklerin toplumdaki yerleri altında ezildikleri gözler önüne serilse de, günümüzde kendini feminist olarak tanıtan bazı sözde aydın kesimde, bu kez de erkeklerin yerden yere vurulduğu bir sistem ortaya çıkarılmıştır. Kadınların günümüzde hala iş hayatında eşit ücret alamadığı, evlerde sadece eş ve anne rolünün dayatıldığı ve yaşam haklarının ellerinden alındığı su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmakla beraber, kadınların sözlerinin çok daha doğru olduğu kanısı bu kez de erkeklere karşı ezici bir güç ortaya çıkardı. Bu noktada bu gücü kullanan bazı kadınlar, kendilerine verilen her türlü hakkı tam tersine çevirerek erkeğe karşı büyük bir yıkıcı güç oluşturmaya çalışıyor. Feminizm kadının erkekten daha fazla yüceltilmesi amacıyla ortaya çıkarılmış bir hareket değildir. Hakların savunulması amacını takip eden bir düşünce akımıdır. Dolayısıyla günümüzde feminist olarak geçinen aydınların, hareketi sadece kadın cinsiyetini yüceltmek amacıyla kullanarak, en başta savunulan kadına yönelik haksızlığı bu kez de erkeğe uygulamaktadırlar. Feminizm erkeği alaşağı etmek amacıyla değil, kadının toplumdaki haklarını kazanmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Burada amaç eşitliği sağlamaktır. Dolayısıyla bir hareketi, bir amacı savunurken, sözde aydınların düşüncelerini takip ederek savunucu kimliği kazanmaya çalışmak yerine, düşünceyi araştırıp, okuyup, kökenine inerek, özünü anlayarak savunmanın çok daha sağlıklı bir yöntem olacağı kanısındayım.