10 Ağustos’ta Balıkesir’de yaşadığımız deprem, ne yazık ki bize yalnızca yer kabuğunun değil, iletişim altyapısının da ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gösterdi. Sarsıntının ardından vatandaşlar yakınlarına ulaşmak için telefonlarına sarıldı, ancak sonuç: “Şebeke meşgul” Yani yine aynı senaryo… Aradan geçen onca yıl, yapılan sayısız açıklama, 1999 depreminden bu yana verilen “altyapı güçlendirilecek” sözleri… Hepsi yerle bir oldu.

Üstelik bu sorun, ekonomik açıdan daha da düşündürücü. Türkiye’de faaliyet gösteren üç büyük GSM operatörü, yıllık bazda milyarlarca lira gelir elde ediyor. 2024 yılı finansal raporlarına baktığımızda, yalnızca bir operatörün net kârının 20 milyar TL’yi aştığını görüyoruz. Toplam sektör geliri ise 150 milyar TL’nin üzerinde. Dünya genelinde abone başına gelir (ARPU) sıralamasında, Türkiye, birçok Avrupa ülkesini geride bırakmış durumda. Yani biz, hem yüksek fatura ödüyoruz, hem de deprem gibi olağanüstü durumlarda iletişimden mahrum kalıyoruz.

Oysa telekomünikasyon sektörü, yalnızca kâr amacıyla değil, toplumsal güvenliğin bir parçası olarak çalışmak zorunda. Deprem, sel, yangın gibi afetlerde çalışmayan hatlar, sadece teknik bir sorun değildir; bu konu hayati bir meseledir. İnsanlar enkaz altındaki yakınını arayamadığında, ambulans çağrılamadığında, bilgi akışı kesildiğinde sonuçları telafi edilemez.

Operatörlerin, reklam bütçelerine milyonlar ayırırken; afet anında kesintisiz iletişim sağlayacak baz istasyonlarını yedek enerji sistemleriyle güçlendirmemesi, ekonomik önceliklerinin nerede olduğunu açıkça gösteriyor. “Yatırım maliyeti yüksek” bahanesi ise gerçeği yansıtmıyor; çünkü bu şirketlerin kâr marjları, bırakın birkaç yüz baz istasyonu eklemeyi, tüm altyapıyı baştan kuracak seviyede.

Sonuç basit: Faturalarımız dünyanın en yükseği olmaya aday, hizmetimiz ise kriz anında en zayıf halkalardan birisi. Artık tüketiciler olarak sorgulama zamanı geldi. Sarsıntılar elbet geçecek, ama bu sessizlik, yani hatların suskunluğu, affedilecek gibi değil.