Sinema, her zaman teknolojinin en yakın dostu olmuştur. Sessiz filmlerden dijital efektlere, analogdan 4K’ya geçerken biz izleyiciler büyüleniriz, perde arkasında nice emekçinin alın teri, göz nuru silinip gider. Şimdi ise o perdeye bir başka karanlık gölge düşüyor: Yapay zekâ. Hollywood’da senaristlerin grevine neden olan bu yeni oyuncu, yalnızca bir yazılım değil; işçi hakları, yaratıcılık, hatta etik sınırları yeniden sorgulatacak bir paradigma. Öyle ki, bir gün sette ışığı ayarlayan işçinin yerine bir algoritma geçebilir, ya da bir başrol oyuncusunun yüzü, sesinden vücut diline kadar yapay zekâ ile birebir canlandırılabilir. Şu soru artık kaçınılmaz: Bu bir kolaylık mı, yoksa emek hırsızlığı mı?

Algoritmanın gölgesinde
Yapay zekâ şimdiden senaryo yazıyor, hikâye akışını analiz ediyor, hatta oyuncuların performanslarını taklit edebiliyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, geçtiğimiz yıl ABD’de çekilen bir bilim kurgu filminde başrol oyuncusunun yalnızca birkaç gün sete gelmesi ve geri kalan sahnelerinin neredeyse tamamının yapay zekâ ile yaratılmasıydı. Yapımcılar buna “maliyet azaltıcı çözüm” diyor; ama sinema işçileri için bu, yavaş yavaş görünmez olmak anlamına geliyor. Bir set işçisi, bir makyaj sanatçısı ya da küçük bir yan rol oyuncusu… Hepsi, bir gün “optimize edilmesi gereken masraf kalemi” haline gelebilir.

Sessiz ve Derinden
Türkiye’de ise bu gelişmeler biraz daha sessiz ama aynı şekilde sarsıcı olarak ilerliyor. Özellikle dijital platformlar için üretilen yerli içeriklerde yapay zekâ destekli senaryo analizleri, izleyici alışkanlıklarına göre sahne montajları şimdiden kullanılmaya başlandı. Bazı yapım şirketleri, deneme çekimleri yerine yapay zekâ ile yüz tarama teknolojileri kullanarak oyuncu seçimi yapıyor. Bu, seçme odasında saatler harcayan, umutla bekleyen genç oyuncular için ne anlama geliyor? Belirsizlik. Ve çoğu zaman da hayal kırıklığı. Çünkü yapay zekânın kriterleri sanatınkiyle değil, algoritmanın soğuk doğruluğuyla çalışıyor.

Yaratıcılığın kodla imtihanı
Üstelik bu dönüşüm yalnızca teknik çalışanları değil, yaratıcı yazarlardan yönetmenlere kadar pek çok kişiyi etkiliyor. Bir yandan “yaratıcı ortak” adı altında ChatGPT benzeri sistemlerden destek alan senaristler, diğer yandan özgünlüğünü yitirme korkusuyla üretim süreçlerine şüpheyle yaklaşıyor. Bu durum, kolektif bir sanat olan sinemayı yalnızlaştırıyor; yaratıcılığın yerini “veri analizi” alıyor.

Sahneyi kim alacak?
Ancak tüm bu karanlık tabloya rağmen umut hâlâ var. Çünkü sinema yalnızca teknolojiyle değil, insan hikâyeleriyle var olmuştur. Kamera arkasındaki bir bakış, ışığın geliş yönünü ustalıkla bilen bir teknisyen, senaryoya son anda eklenen bir cümle… Bunların hiçbirini yapay zekâ henüz tam anlamıyla kopyalayamıyor. Türkiye’de sendikaların bu konuda daha bilinçli adımlar atması, meslek birliklerinin etik çerçeveleri netleştirmesi gerekiyor. Aksi halde "sanatın demokratikleşmesi" değil, emeğin otomasyona kurban edilmesi konuşulur hale gelir.

Son Perde: İnsan mı, yapay zekâ mı?
Yapay zekâ, sinemada yeni bir perde açıyor; ama bu perdenin ardında kimlerin silinip gideceğine karar vermek hâlâ bizim elimizde. Geleceği belirleyecek olan şey teknoloji değil, bu teknolojiyi kimin nasıl kullandığıdır.