Dünyanın en eski mesleklerinden birisi çiftçilik ve tarımsal üretim.

Geçmişi, Cilalı Taş Devri’ne kadar uzanan tarımsal üretim, aynı zamanda bir yaşam biçimi, binlerce yıllık birikimlerin süzgecinden geçerek bugüne taşınmış, biriktirilmiş bir kültür.

Binlerce yıllık deneyimler, uygulama ve alışkanlıkların sonucunun, çiftçiler, tarımsal üreticiler tarafından kuşaktan kuşağa bizlere kadar aktarıldığı, tarım kültürünü oluşturan mirasın büyük oranda günümüze taşındığı, dünyanın dört bir yanında yaşayıp hem ekonomik faaliyetlerini sürdüren, hem de kültürel ve sosyal değerlerini koruma uğraşı ve çabası içerisinde olan çiftçilerce, yani tarımsal üreticiler tarafından aktarıldığı ve geleceğe taşındığı alanlardan birisi.

Hızla değişen ve dönüşen dünyamızda çiftçilerin sayısında anlamlı, üzerinde hassasiyetle durulması gereken düşüşler gözlemlenmekte.

Tarımsal üretim özünde sabır, devamlılık ve dayanıklılık isteyen işlerin başında gelen, yaz-kış, soğuk-sıcak, kar-kış demeden yürütülmesi gereken, gecesi-gündüzü olmayan işlerin başında gelen bir uğraşı biçimi, yani kadim bir meslek.

Yapılan mevcut araştırmalar ve bunların sonucu ortaya çıkan veriler, ülkemizde 2004-2024 yılları arasında ekilen, aralarında nadasa bırakılan tarlaların yanı sıra çayır ve meraların da bulunduğu tarımsal alanlarımızın yüzde 6.3, yani 2.6 milyon hektarlık tarımsal alanın üretim dışına çıktığı, bu üretim dışına çıkmada ve gerilemede ekonomik faktörlerin, artan enflasyon ve girdi maliyetlerinin yüksekliğinin, döviz kuru kaynaklı maliyetlerin yüksekliği gibi ana nedenlerin etkili olduğu artık bir vakıa.

Geçtiğimiz aylarda benim de katılımcıları arasında bulunduğum, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen, 22 ilçenin ziraat odaları temsilcilerinin buluştuğu, ana konusu “Tarım sektörünü, geleceğin krizlerine hazırlamak” olan, tarım ve hayvancılıkta daha modern teknikleri kullanmak için alınacak önlemlerin üzerinde durulduğu, benim çok büyük önem atfettiğim bu toplantıda, Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, “İzmir’in, Türkiye genelinde, tarımsal anlamda tarımla iştigal eden ve en fazla üretim yapan şehirlerden birisi olduğunu” anımsatarak, “Hayvansal üretimde genellikle İzmir birinci sırada ve İzmir, bir tarım bölgesi, aynı zamanda her anlamda Ege Bölgesi’nin başkenti konumunda.

İzmir’de yapılan her şey bölgenin bütününe, ya çok büyük yararlar sağlıyor, ya da zarar veriyor. Etkileşimi son derece güçlü. O nedenledir ki, tarım konusu gereğinden daha fazla ciddiye alınmalı. Öncelikle kuraklık, aşırı sıcaklar, don olayları. Bunların hepsi normal olmayan iklim koşullarının ortaya çıktığı durumlar ve bunlar bundan sonra da bitmeyecek, devam edecek. O nedenle bu konuda bir yol haritası oluşturmak gerekiyor” diyerek konunun altını kalın çizgilerle çiziyordu.

Konu ile ilgili ayrıntılı bilgileri araştırarak, aynı konuyu daha detaylı işleyerek önümüzdeki süreçte tarımsal üretim, sorunları ve çözümleri üzerinde hassasiyetle durmaya devam edeceğim. Şöyle ki;

İklim değişikliği ve şu anda yaşamakta olduğumuz, gelecekte de yaşayabileceğimiz muhtemel olumsuzlukların, küresel iklim krizinin devamında, bugünkü gibi tarım yapamayacağımız aşikar. Önümüzdeki süreçte de aynı konuları işleyeceğim yazımın sonunda şimdilik kaydıyla;

Uygulamaları arasında organik, entegre ve agro-ekolojik tarımın ve doğal kaynakların etkin kullanımını teşvik eden yöntemlerin daha fazla bulunduğu, toprak erozyonunu azaltan, su kaynaklarını koruyan, biyoçeşitliliği artıran, üretimde kimyasal gübre ve pestisit kullanımını azaltan ve azaltmayı hedeflen yöntemlerin bulunduğu, bütün bu faktörleri birleştirirken tarımsal üreticinin gelirini de artırarak bu tür tarımsal üretkenliği sürdürmek hedefinde olan, gelecek kuşakların da tarımsal kaynaklardan yararlanabilmesini sağlamak amacıyla, uzun vadeli çözümleri sunan sürdürülebilir tarımı uygulamak zorunluluk haline gelmiştir” diyorum.