Son yüzyıllarda dünyamızı fetheden demir ve çelik türevi materyaller birçok farklı özellikleri sayesinde bugünü sırtlarında taşıyan unsurlar haline geldiler. Ancak paslanma ve diğer çevre koşullarından ağırca etkilenen bu sağlam malzeme grubunun yetersiz veya bakımsız kaldığı birkaç asırlık bir dönemde, genel inşaat koşullarında ömrü yüz yıl civarı olan yaygın beton türleriyle yaşanan etkileşimden dolayı ortaya çıkacak durum, bugünün heybetli ve sağlam yapılarının ardında neredeyse hiçbir iz kalmamış olacağı bir geleceği yansıtma potansiyeline sahip. Beton ve demir ailesinden yapıların akıbetlerinde çevre faktörleri ve bakım en etkili etmenler olsa da, yapıların fiziki yok olabilişleri hakkında uzun vadeli bir perspektife sahip olmak bizleri geçmiş medeniyetlerin izlerini incelerken daha farklı bir mantalitede olmaya itebilir. Antik zamanlarda tahtadan üretilmiş ve üstün bir şansla doğal veya beşerî olarak muhafaza edilmemiş yapıların izlerini bulmanın da çok zor olduğunu düşünürsek, modern inşaat ve geçmiş basit malzeme havuzundan sıyrılan en kudretli aktarım aracının, kırılma ve yıpranması kolay türleri mevcut olsa da taş olduğunu söyleyebiliriz. Zamana karşı hala dayanmakta olan ‘Mısır Piramitleri’, büyük taş kesitlerinden yapılmış kadim binalar ve ‘Göbekli Tepe’ gibi örnekler bu fikri destekleyen örneklerin sadece küçük bir kısmını oluşturur.
Bu açıdan bakıldığında, dış etmenlerden hiç etkilenmeyen altın tarihteki en etkili değer taşıma unsurlarından en baştaki iken, taştan yapılar da zamana karşı şimdiye dek en iyi dayanmış olanlardır. Buradan farklı medeniyetlerin kutsal, önemli ve değerli sıfatlarını atamış oldukları ve değişik amaçları için seçilmiş taşların tarihte ve hala sıkça rastlanan bir konsept oluşunun şaşırtıcı bir durum olmadığı çıkarımını yapmak mümkün sayılabilir.
Bahsedebileceğimiz birçok eser, yapı ve obje incelediğimiz tanıma uymakta olsa da oldukça ünlü bir taş hakkında yapılan yeni ve detaylı bir araştırmanın ortaya çıkardığı detaylar bir hayli ilginç olabilir.
Scone Taşı ya da İskoçya’nın Kader Taşı olarak anılan taş, yüzyıllar boyunca kralların tahta çıkış törenlerinde kullanılmış ve bir ulusun kimliğini, inancını hatta direncini temsil etmiş olan 150 kilogramlık bir taştır. Efsanevi unsurların yer aldığı ve geçmişinin tam olarak bilinemediği bu taşın Perth civarından çıkarılmış olduğu tahmin ediliyor.
13. Yüzyıl’da İskoç krallarının taç giyme törenlerinde kullanılmaya başlandığı tahmin edilen bu taş, kimi mitolojik anlatıya göre ilk efsanevi İskoç kralı olarak anılmakta olan I. Fergus tarafından İrlanda’dan İskoç topraklarına getirilmiştir. Ardından I. Edward İskoçya’yı istila ettikten sonra, bir güç sembolü olma özelliğini yitirmeyen taş, İngilizlerin hükmünü sembolize etmek amacıyla İngiliz Kraliyetince kullanılmaya başlanmıştır.
1950 yılında ise bir grup İskoç, Noel sabahında, Kader Taşını bulunduğu Westminster Manastırı’ndan gizlice çıkarmıştır fakat, geçirdiği yolculuk sırasında taş kırılmış ve ardından tamir edilmiştir. Dönem kaynaklarına göre bu süreçte taşın 34 civarında küçük parçası oluşmuştur ve taşın tamirinde büyük rol oynayan bir birey tarafından saklanan bu parçalar dünyanın dört bir yanındaki kişilere farklı şekillerde ulaştırılmıştır. Stirling Üniversitesi bünyesinden Sally Foster tarafından yapılan yeni araştırma, bu tahmini 34 parçanın 17’sinin izine ulaşmıştır ve bunların pek çok farklı biçimde, ancak hâlâ değer taşıyan formlarda bulunduğu öğrenilmiştir.
Kaçırılması ve artan parçalarının dünyanın farklı yerlerindeki bireylere ulaşıp, takı ve benzeri objeler olarak kullanılması serüveninin Kader Taşı’na modern çağda yeniden şöhret kazandırabileceği düşüncesi ve bu artan şöhretin taşın geçmişini ve kökenini günümüz teknolojisiyle inceleme fırsatları doğuracağı umudu, gelecekteki tarih anlayışımızı değiştirebilecek bulguların önünü açabilir ve belki de farklı kültür ve inanışlardaki uzun zamandır değer taşımış objelerin mistik kökenlerine ışık tutmakta bir öncü görevi görebilir.