Kayıp şehirlerden söz edildiğinde akla genellikle ormanlarda saklı tapınaklar, çöllerde gömülü saraylar ya da dev taş yapılar gelir. Günümüzde “LiDAR” teknolojilerinin gelişmesi ve yaygınlaşmasının orman yüzeylerini haritalandırmaya olan büyük katkıları ve alternatif tarihi yaklaşımların popülerliği ile daha sık taranmaya başlayan Amazon havzasında ortaya çıkan ve çıkması tahmin edilen eski Amerika Kıtası yerleşimleri, şehirleri ve piramitsel yapıları, merak kıvılcımını yakacak ve tarih anlayışımızı derinden değiştirebilecek keşifler olsalar da sosyal ve jeopolitik etmenlerden dolayı gün ışığına pek de fazla maruz kalamayabiliyor.
Özellikle son yıllarda sıklıkla gündeme gelen Orta ve Güney Amerika keşifleri, genellikle yavaşça medyadan düşüyor veya unutulabiliyor. Afrika’nın kumları altında kalan mistik yapılar ve dönem tekniğini aştığı tahmin edilen teknik beceri eserleri ise yüzyıllardır insanları büyülemiş nitelikte, ancak yine tarih akışını değiştirme veya büyük ölçüde aydınlatma kapasitesi olabilecek keşifler üzerinde sosyoekonomik etkilerin rüzgarı esmekte. Oysa ki yakın zamanda yayınlanan bir araştırmaya göre Kazak bozkırlarının neredeyse dümdüz ve uçsuz bucaksız yüzeyinin altında, bugüne kadar kimsenin bir şehrin varlığını hayal dahi etmediği bir yerde, 3.600 yıllık büyük bir Bronz Çağı yerleşimi ortaya çıkarıldı.
Semiyarka yani “yedi yarık” olarak anılmakta olan bu yer, yüzeyde yalnızca hafif tümsekler olarak ardında bıraktığı izleriyle, binlerce yıl boyunca sessizce varlığını korumuş gibi gözüküyor. Yeni araştırmalar, önceden 400 dönüm olduğu tahmin edilen Semiyarka’nın yaklaşık 1400 dönüme yayılan ve tarihlenmekte olduğu MÖ 1600 yılları için olağanüstü büyüklükte bir merkez olduğunu gösteriyor. Kazakistan’ın kuzey doğusunda yer alan bu şehir yapılaşmasında büyük toprak setlerle çevrili binalar, binalar arasında düzenli geçiş koridorları ve yerleşimin tam ortasında yer alan büyük bir yapı oluşu buranın sıradan bir köy değil, bozkırın kalbinde kurulmuş planlı bir “proto-şehir” olduğuna işaret ediyor. Bu tanı, bozkır toplumlarının neredeyse tamamen göçebe olduğunu varsayan yaygın algıyı değiştirebilecek bir örnek sunuyor. Semiyarka, hareket hâlinde yaşayan toplulukların da belli düğüm noktalarında karmaşık ve yerleşik merkezler kurabildiğini kanıtlayabilir ve aynı zamanda, aralarında çok uzun bir tarih farklı olsa da bugünkü Türkiye coğrafyasının gündeminden düşmeyen Göbekli Tepe gibi avcı-toplayıcı halkların dönemsel olarak kullanmış olduğu tahmin edilen büyük Taş Tepeler bölgesi alanlarını anımsatabilir. Göbekli Tepe’nin dönemsel faaliyetler ve ritüeller için de kullanılabilmiş olabilme yaklaşımına benzerlik gösterebilecek bir yorum ise Semiyarka yerleşkesinde merkezi konumda olduğundan bahsettiğimiz büyük yapının antik dünyanın bazı gizemli yapıları gibi neredeyse tam olarak doğu-batı aksına hizalanmış oluşu. Bu yaklaşım önümüzdeki süreçte güneş, ay ve zamana bağlı gök hareketlerinin buradaki kültürce önemsendiğini gösterebilir.
Şehrin asıl şaşırtıcı yanı ise bronz üretimi ve metal işleme için kurulmuş bir sanayi merkezi sayılabilecek yapı ve bulgular bulundurması. Araştırmacılara göre burada kullanılmış olan kalayın Altay Dağları’ndan taşınmış olabileceği, cüruf ve atık metal örneklerinden anlaşılabiliyor, ancak bu bozkırlarda bilinen ilk büyük ölçekli kalay-bronz üretim merkezi niteliğindeki bu konumun neden maden çıkan bölgeler yerine bozkırın ortasına konuşlandırıldığı bir muamma. Altay Dağlarına uzanan İrtiş Nehri’nin bu taşımacılıkta bir tür erken ticaret hattı olarak kullanıldığı düşünülmekte.
Bu şehrin izleri, eski yıllarda farklı amaçlar için çekilmiş yüzey fotoğrafları dikkatlice incelendiğinde ortaya çıkmış, yıllar sonra ise ön çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Ancak yeni çalışmalar, önemli bulguların yanında yerleşkenin gerçek boyutu ve kompleks kullanım izleri de bularak bozkırın bu boş görünen kısmının aslında tarihin hareketli noktalarından biri olduğunu bizlere göstermiştir.