Hiç bir ihtilalin savunulacak tarafı yoktur.

Demokrasi her şeyi çözer inancı olan toplumlarda ihtilal, bu düzene vurulmuş bir darbedir.

Tıpkı 27 Mayıs’ta olduğu gibi.

1957 seçimlerinde iktidarda olan Demokrat Parti’nin oy oranı yüzde 47.8, milletvekili sayısı 427; CHP’nin oy oranı yüzde 41.09, milletvekili sayısı 178 idi.

Efemera 202104251853047226962

Çoğunluk esasına dayalı seçim sistemi, mecburen böyle bir tablo oluşturuyordu.

Demokrat Parti’nin oyları 1955 seçimlerine göre ciddi oranda düşmüştü ve burada ekonomik sebepler ön plana çıkıyordu.

Ancak orduda, daha 1954 yılında başlayan ihtilal hazırlığı, iki koldan ilerliyor, Albaylar Grubu olarak adlandırılan ekip ile başını General Cemal Madanoğlu’nun çektiği ekip, 1957 yılında bir çatı altında toplanmaya karar vermişti.

Grupta yer alan Albay Alpaslan Türkeş, ezanın yeniden Arapça olarak okutulmasına karşıydı. Pek çok albay da Türkiye’nin Amerika’ya yakınlaşmasını istemiyordu. Üniversite, sol görüşlülerin denetimine geçmiş, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, Ragıp Sarıca ve Sıddık Sami Onar gibi profesörler, Madanoğlu’nu sık sık ziyaret ederek, bir ihtilal yapılacaksa bunun hukuki olduğu telkinini vermişlerdi.

Ordu içinde; 1946 seçimlerinin şaibeli olduğu iddiasıyla bazı askerler de rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı. Bunlar arasında daha sonra cumhurbaşkanı seçilecek olan Cevdet Sunay da vardı.

Albaylar, “Hukuki güvence”yi aldıktan sonra düğmeye bastılar ve ihtilali gerçekleştirdiler.

İlginçtir, başta CHP olmak üzere bütün sol gruplar, ihtilale destek mesajları verdiler. CHP yanlısı gazeteler, ihtilali bir bayram gibi duyurdular.

Oysa siyasi tabloda değişen bir şey yoktu ve DP’nin oyları az da olsa CHP’ye göre fazlaydı. CHP’nin ısrar ettiği çoğunluk sistemi yüzünden İsmet İnönü, kazdığı çukura düşmüş ve çok az milletvekili çıkarmıştı.

Aynı sistem, ihtilalden sonraki seçimlerde de geçerli oldu ve DP’nin politikalarına sahip çıkan Adalet Partisi’ne önemli bir zafer kazandırdı.

27 Mayıs İhtilali, bir askeri vesayet sürüyor olsa da belli kesimlerden hiç tepki almıyor, askerler, yine at koşturuyordu. Tabii senatörlük yoluyla devletin yönetiminde söz sahibi olan bu askerlerin niyetlerini İnönü çok sonra fark edecek ve gereken tavrı alacaktır.

Yıllarca 27 Mayıs’ı bayram olarak kutlatanlar, demokrasinin faziletini inkar etmenin faturasını halka yüklediler ve yıllarca Türkiye’yi dünyadan kopardılar.

‘En kötü yönetim bile en iyi ihtilalden daha makbuldür’ sözü 27 Mayıs 1960’ı anlatmaktadır.

Kapitülasyonlar sanki hortlamış gibi

Osmanlı döneminde halk, daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraştığı için ülkeye katma değer sağlamayan bir ekonomik düzen, asla ilerleme kaydedemiyordu.

Türkler, ürettikleri tütün, incir, üzüm, kapçık, anason, pancar, meyankökü gibi işlenmeye ihtiyaç duyan ürünleri, dünyaya satma şansına da sahip olamıyorlardı. Bu yüzden dış ticaret, denizcilik, bankacılık, sigortacılık gibi sektörler kurulamıyor, ekonomi yerinde sayıyordu.

Sultan II. Mehmed, bu gerçeği görerek Venediklilere imtiyazlar tanıdı ve onları yatırım yapmaları için ülkesine çağırdı. Venedikliler, denizcilik şirketleri kurarak, bu ürünleri dünyaya pazarlarken I. Süleyman, Fransızlara aynı imtiyazları sağladı. Dağılma döneminde de Balta Limanı Ticaret Anlaşması ile İngilizlere imtiyazlar sunuldu.

K 11225042 Ataturk Ekonomi Sunumu

İzmir, Beyrut ve İskenderiye gibi limanları olan kentlerde iş kuran Avrupalı işadamlarına sağlanan bu imtiyazlara “Kapitülasyon”, o işadamlarına da “Levanten” denildi.

Levantenler, ülke ekonomisine büyük katkı sağlarken en önemli sektörleri de tekellerinde tuttular. Onların direnmesiyle Osmanlı Türkleri aynı imtiyazlarla yatırım yapamadılar.

Bu gerçek, Cumhuriyet’le birlikte fark edildi ve kapitülasyonlar kaldırıldı. Birer ikişer Türk firmaları kuruldu. Atatürk; Sümerbank, Etibank gibi öncü şirketlerin kurulmasını sağlarken 1950’li ve 1960’lı yıllarda Türkiye’de çok sayıda kumpanya hayata geçti. TEKEL, TARİŞ, PETKİM, İskenderun Demir Çelik, TÜPRAŞ bunlardan sadece bir kaçıydı.

Yüzlercesi, binlercesi Türk yatırımcısının alın teriyle hayata geçirilen önemli kuruluşlar olarak anıldılar.

Ancak bugün bunların bir kısmı kapatıldı, o yüzlercesi, binlercesi arasında yer alanların neredeyse yüzde 70’i yabancıların eline geçti.

Hintliler, Brezilyalılar, Çinliler, Almanlar, Malezyalılar, Koreliler, Amerikalılar, Hırvatlar önemli sanayi kuruluşlarını satın aldılar.

Para basan şirketler Arapların, Yahudilerin, Afrikalıların, Güney Amerikalıların malı oldu.

Bunun adı “Post kapitülasyon”dur.

Yabancılara imtiyaz değil cazibe sunmaktır.

Günahı kimin boynuna ama bu gidişat, kapitülasyonları bile bir gün aratabilir.

Geleceğin meslekleri

Peş peşe çıkarılan yasalar, Türkiye’de meslek tercihini de etkiliyor.

Gençler, cerrah olmak istemiyor. Çünkü her cerrahi müdahaleden sonra vatandaşın şikayet etme hakkı var.

Gençler, mimar, mühendis olmak istemiyor.

Deprem yönetmelikleri, gözlerini korkutuyor.

Avukat olmak isteyen gençlerin de sayısı azalıyor.

“Hangi adalet ortamı”nda hukuku sunacaklar ki?

Gençler, artık turizmi, gastronomiyi, iletişimi, bilgisayarı seçiyorlar ve ilk fırsatta da kaçmayı düşlüyorlar.

İster İngiltere, ister Almanya, ister Avustralya.

Kendilerince güvenli limanlara sığınmak istiyorlar.