Spor sayfalarına bakın.
Orada; bir karşılaşmanın özünü ve anlamını ifade eden “Gol”e dair bir şey bulamazsınız.
O gol nasıl atılmıştır, o golü atanın ruh hali nedir, golün teknik yapısı nasıl tahlil edilebilir falan. Bunlara dair tek satır yazı okuyamazsınız.
Sayfalarda boy boy havasından geçilmeyen başkan fotoğrafları. Hemen yanında bir birine laf yetiştiren teknik direktörler.
Bazen bir-iki futbolcu fotoğrafı ve ana konu, hep ama hep kulübün bütçesidir, borçlarıdır.
Kulüpler büyüdükçe borçları da artar.
Mesela Altay’ın 850 milyon borcu vardır. Bununla 150 tane daire satın alınır.
Bu parayla küçük çaplı bir üniversite kurulur.
Bu borçlu haline rağmen Altay’a bir alıcı çıktı: Vahdettin Heyal.
Medya kökenli. Türkiye Gazetesi’nde birlikte çalıştığımız bir genç. Bir kaçı temlikli, ama çoğunluğu kolaylıkla nakde çevrilebilecek gayrimenkulleri var. Prof.Dr. Yüksel Gürüz ve Prof.Dr. Ahmet Çoker, Heyal adına Altay Başkanı Süleyman Özkaral ile görüşüyorlar.
Özkaral, nakitte ısrar ediyor, Heyal, “Kulüp düze çıksın, bunu sonra konuşalım” diyor. Salih Erkek, kulislerde Özkaral’dan yana çalışıyor.
Görüşmeler kilitlenmiş gibi ama Altay’daki bu tablo, şu gerçeği ortaya koyuyor:
Kulüplerde borçlanmak bir taktik. Bazı kulüp başkanları, bunu suni olarak körüklüyor ve borçları yüksek tutarak, kulübün fiyatını etkiliyorlar.
Her iki taraf da düğümü Mahmut Özgener’in çözebileceğine inanıyor ama bu hengamede futbolcuların attığı goller, penaltılar, fauller, kornerler, alacakları falan hiç konuşulmuyor.
Çark, sahada değil kulüp merkezlerinde dönüyor.
Üniversitelerde düşünce özgürlüğü
Üniversiteler, hükümetlere bağlı değildir. Milli Eğitim Bakanlığı ile ilgileri yoktur.
Kendi aralarında seçtikleri bir organ tarafından yönetilirler ve bunun da adı YÖK’tür. Ancak YÖK Başkanını hükümet belirler ve anında bir göbek bağı üretilir.
Üniversitelerin özgürlüğü, özerkliğe dönüşür ve sıkıntı başlar.
Üniversite öğretim üyeleri-vakıf üniversiteleri hariç-fikir ve düşüncelerini açıklamakta zannettiğimiz kadar özgür davranamazlar. Zevahire dokunmadan hareket ederler.
27 Mayıs öncesi de 12 Mart 1970 öncesi de Türkiye’de bu anlamda bir kaos yaşanmıştı ve üniversitelerde fikir özgürlüğünün bir ihtiyaç olduğunun farkına varılmıştı.
Bugün, ne yazık ki bazı üniversitelerde bu ihtiyaca cevap veren uygulamalara olanak tanınmıyor. Şirinyer’deki tarihi su kemerlerinde son zamanlarda hızlanan korozyonla ilgili bir üniversitenin ilgili enstitüsündeki hocalardan bilgi alırken bu kısıtlamanın ne kadar katı olduğunu gözledim.
Talep ettiğim bilgi, siyasal değildi, ekonomik değildi, ideolojik hiç değildi.
Alt tarafı bir taş parçasıydı.
Bilgileri bir devlet sırrı gibi koparırken çoğu üniversitede “Günü gün etme politikasının” niye ağır bastığını çok daha iyi anladım.
Sanır mısınız ki çözülecek?
Araçlardaki çakar sorunu, sonunda Sayın Erdoğan’ı da rahatsız etmiş olacak ki; Cumhurbaşkanı, çok kararlı konuştu ve meseleyi ağır yaptırımlar uygulayarak çözecekleri mesajını verdi.
Nasıl çözülecek?
Herhalde sıkı kontrollerle.
Daha önce de yazdığımız gibi; Türkiye’de resmi araçlar eskiden olduğu gibi siyah renkli olmadığı sürece, bunun kontrolü sağlıklı yapılamaz.
Gün gelir trafik polisi de pes eder, “Ne halleri varsa görsünler” noktasına getirilir.
Gelişi güzel kullanımı ile trafiğin baş belası haline gelen çakarların sonunu getirecek tek yol, altını çizerek söylüyorum; resmi araçların tümünün siyah renkli olmasıdır.
İşte o zaman kaçarda kaçak olmaz, buna kimse cesaret edemez.
İBRAHİM ORMANCI
Haydi Abbas nakit tamam. Çıkalım alışverişe!
***
Tamam ''Kul Hakkı ödenmez'' ama kula kulluk edenler beter olsun abi!
***
İtalyan sanatçı Maurizio Catellan'ın duvara bantlanmış muz eseri 6.2 milyon dolara satılmış. Benim duvara bantlanmış ayva eserimse alıcı bulmadı!
***
Özünde iyi insan değil. Özründe belki. Sürekli özür dileyip duruyor!