Yalan, kitleleri ikna etmek ve desteği korumak için güçlü bir araçtır. Çünkü gerçekler bazen hoş değildir.

Hayatımızın her alanında yalana rastlarız, ama en çok da siyasette. Çünkü siyaset, gerçeği değil algıyı yönetme sanatıdır. Machiavelli’nin Prensi’nde işaret ettiği gibi, bazen doğru olandan çok doğru görünmek önemlidir. İşte bu yüzden siyasi liderler, gücü korumak ve pekiştirmek için yalanı sık sık başvurdukları bir araç haline getirir. Peki neden?

Birincisi, iktidarı sürdürmek için. Ekonomik krizleri, savaşları, işsizliği, yoksulluğu örtmek ya da olduğundan daha iyi göstermek için gerçekler çarpıtılır. İkincisi, kitle psikolojisini yönetmek için. İnsanlar umut ve güvenlik ister; liderler de “düşman” icat ederek toplumu bir arada tutar. Medyanın gündemini belirlemek, sürekli görünür kalmak için çarpıcı ama esnetilmiş söylemler kullanılır. Ve seçim stratejileri… “Vergiler düşecek, herkes iş bulacak” vaatleri, çoğu kez birer abartıdır. Kimi zaman da liderler gerçekten inanarak yalan söylerler; kendi ideolojilerini “tek doğru” zannederler.

Siyasi liderler yalan söyler, çünkü güç, algı, seçim kazanma ve kitle psikolojisi yalanı kısa vadede “kullanışlı” hale getirir. Ama bu, aynı zamanda toplumların uzun vadeli istikrarını ve güvenini kemiren bir virüs gibidir. Tarih bize defalarca göstermiştir ki, bu yalanlar kısa vadede işlevsel görünse de uzun vadede yıkıcıdır.

Bush ve Tony Blair Irak’ta kıyıma yol açmak için yine yalanın arkasına saklandılar. Saddam Hüseyin’in kimyasal ve biyolojik kitle imha silahlarına sahip olduğu iddia edildi. Irak’ta böyle silahlar bulunmadı. ABD’nin kendi araştırma raporları da bunu teyit etti. Sonuç vahim! 1 milyondan fazla Iraklının ölümü, Ortadoğu’da kalıcı istikrarsızlık…

1990’da Körfez Savaşı’nda “Irak askerleri bebekleri kuvözden çıkardı” yalanı dünyayı ayağa kaldırdı; sonra bunun bir lobi firmasının kurgusu olduğu ortaya çıktı.

Sovyetler, 1986’da Çernobil felaketini gizledi; binlerce hayat radyasyondan etkilendi.

Çin Lideri Mao, Kültür Devrimi’ni halkın refahı ve eşitlik için başlattığını söyledi. Ama gerçekler bundan bambaşkaydı. Kampanya, milyonlarca insanın sürgün edilmesine, işkence görmesine, açlıktan ölmesine yol açtı. Maalesef, 20 milyona yakın insan hayatını kaybetti.

Türkiye’nin de kendi örnekleri var: 1942’deki Varlık Vergisi, “savaş ekonomisini dengelemek” gerekçesiyle çıkarıldı ama gerçekte gayrimüslim azınlıklara ağır yük getirdi. Sonuç: büyük bir ekonomik ve toplumsal travma.

Yakın tarihten örnek vermek gerekirse: Donald Trump. Başkanlığı boyunca yüzlerce yanlış veya yanıltıcı açıklama yaptı. Seçim sonuçlarının çarpıtıldığı iddiası, Amerika’yı 6 Ocak Kongre baskını gibi utanç verici bir güne sürükledi. Trump, gerçeği eğip bükmeyi öylesine normalleştirdi ki, artık yalan onun siyasetinin doğrudan bir parçası haline geldi.

Trump dedi ki: “Enflasyonu yendik, gıda fiyatları düştü, mortgage faizleri indi. Ekonomi kükrüyor, enflasyon öldü!” ancak enflasyon yükseldi.

Trump dedi ki: “Küresel ısınma dünyanın en büyük dolandırıcılığı. Yenilenebilir enerji bir şaka. Avrupa yeşil ajandayla cehenneme gidiyor.”

Oysa gerçekler bambaşkaydı. Bilim insanlarının % 91–100’ü iklim krizinin insan kaynaklı olduğunu onaylıyor. 2024, tarihin en sıcak yılı oldu. Buzullar eriyor, deniz seviyesi yılda 3–4 mm yükseliyor. Dünya Sağlık Örgütü, iklimi 21. Yüzyıl’ın en büyük sağlık tehdidi ilan ediyor.

Trump dedi ki: “Biden 300 bin çocuğu kaybetti, çoğu kaçırıldı veya öldü. Göçmenler terörist ordusu.” Ancak bu da başka bir yalandı.

Trump dedi ki: “2020 seçimleri çalındı. 2024’ü de çalmaya çalıştılar. Harris’in oyları şüpheli. Çığ gibi zafer kazandım.” Maalesef bu da kocaman bir Trump yalanıydı.

Ve bu yalanlar silsilesi devam etti…

Bütün bu örnekler aynı soruyu sorduruyor: Yalan olmadan siyaset mümkün mü? Benim kafamda şu sorular dönüyor: Yalanın olmadığı bir siyaset düzeni kurmak mümkün mü? Gerçeği söyleyen bir lider, kitlelerin desteğini ne kadar sürdürebilir? Yalanı kısa vadede “kullanışlı” bulan liderler, aslında kendi iktidarlarının temeline dinamit mi koyuyor?

Yalan, siyasetin en işlevsel ama en tehlikeli aracıdır. Çünkü yalan, sadece bir kişinin ya da bir partinin değil; bütün bir toplumun güvenini aşındırır. Kısa vadede seçim kazandırabilir, savaş çıkarabilir, iktidarı koruyabilir. Ama uzun vadede demokrasiye, toplumsal barışa, hatta insan hayatına mal olur.

Gerçek er ya da geç ortaya çıkar. Ve tarih, yalancıların değil, gerçeğin yanında duranların adını yazar.