Hitabet, bir kabiliyet ve geliştirildiğinde sanata dönüşen bir zenginliktir.

Sunucular ve spikerler, bu zenginliklere sahip oldukları için para kazanırlar. Ama iki meslek daha var ki, hitabet yoksa başarı da yoktur.

Birincisi öğretmenlik, ikincisi siyaset.

Öğretmenlikte güzel konuşmak, öğrenciye hitap ederken onların dinlemesini sağlamak ve öğrettiklerinin o beyinlere işlemiş olması hem bir ödev, hem de hedeftir.

Dersini iyi anlatamayan, öğrencisini etkileyemeyen öğretmen, donanımlı sayılamaz.

Siyaset ise hitabetin en çok arandığı bir alandır ve hiçbir alanda böylesine etkili değildir.

Kitlelere hitap ederken siyasetçi; sadece konuşmaz, beden dilini de kullanır.

Dünyada en iyi oldukları ayan beyan belli olan üç siyasetçi vardır. Biri Atatürk, ikincisi Hitler, üçüncüsü Castro.

Denk gelir, her üçünün de videolarını izleme imkanı bulursanız, bu sıralamanın ne kadar isabetli olduğunu görürsünüz.

Yakın siyasi tarihimizde Osman Bölükbaşı, kitleleri etkileyen çok önemli bir örnek kabul edilir. Bölükbaşı’nı; Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi lideri iken seçim gezilerinde izlemiştim. Alana öylesine büyük kalabalıklar toplardı ki. Sonunda dayanamaz, “Keratalar, sadece bu meydana toplanan sizler bana oy verseniz iktidar olurum” derdi.

Osman Bölükbaşı, 1950’den 1969 yılına kadar siyaset yaptı. Bir seçimde Kırşehir’in tamamı ona oy verince Menderes, bu ili Nevşehir’e bağlayarak ilçe yaptı. 1957 seçimlerinde CKMP’den yeniden milletvekili seçilen Bölükbaşı, cezaevinde olduğu için milletvekili yeminini burada mahkumlar önünde yaptı. Aynı yıllarda Düzce’de düzenlediği bir miting tam 8 saat 35 dakika sürdü. Meclis’te konuşurken İnönü’nün kulaklığını çıkarmasına çok kızardı.

İzmir’i ziyaretinde galiba Ticaret Odası’nda bir konuşma yapmış, şöyle demişti:

“Ah benim aslan görünüşlü, tavşan yürekli sermayem.”

Bu sözleri iş adamları tarafından ayakta alkışlanmıştı.

Arabuluculuk bekleneni vermedi

Mahkemelerin yükünü hafifletmek için uygulamaya konan arabuluculuk, nedense beklenen sonucu vermedi. Arabuluculuk, uzun süren yargı sisteminde bir anlamda pratikliği ön gören bir uygulamaydı. Burada taraflar, arabulucu tayin edilen bir hukukçunun önünde bir araya gelecek, tartışarak anlaşacaklardı.

Bu, biraz da Osmanlı dönemindeki kadıların uygulamasını hatırlatıyordu. Kadı, ihtilafta ağırlığını koyar, biraz da hukuk bilgisini kullanarak haklıdan yana tavır alır, sonuçta işi bağlardı.

Özellikle Sulh Hukuk mahkemelerinin yükünü hafifletmeye yönelik bir denemenin sonuçlandırılmadığı ama beklenen verim de alınamadığı için yeniden Sulh Hukuk mahkemelerinin sayısının artırılmasına karar verildiği bilgilerini alıyoruz.

O zaman başa sardık demek ki.

Yine duruşmalar, duruşmalar, duruşmalar.

Bir türlü karara bağlanmayan davalar.

İnönü’nün çivilemesi

İsmet İnönü, siyasi hayatta geleneksel duruşundan asla taviz vermeyen bir liderdi. Her şeyi programlı, tertipli ve gösterişten uzaktı.

Yanında hep eşi Mevhibe Hanım’ın olmasına büyük önem verirdi. Çocuklarıyla birlikte vakit geçirmek, okumak, eski arkadaşlarıyla buluşmak onu keyiflendirirdi.

İnönü’nün geleneksel uygulaması da her yıl 15 Ağustos’ta Tarabya sahilinde denize girmekti. Kendine has mayosuyla çivileme denize atlar, yaşına rağmen uzun süre yüzmeyi başarırdı.

Onun ne zaman çivileme yapacağını bilen Tarabyalı’lar sahile doluşur, İnönü denize atlayınca kendisini alkışlarlardı.