Bugünkü yazımın konusu uzun zamandır yazmadığım ekonomi ve Türk ekonomisinin son durumu.

Türkiye ekonomisi bir kez daha faiz indirimi tartışmalarıyla gündemde. Merkez Bankası’nın 250 baz puanlık faiz indirimi, kağıt üzerinde kredi maliyetlerini düşürerek yatırımı ve tüketimi canlandırmayı hedefliyor. Ancak reel piyasanın koşullarına bakıldığında, bu hamlenin ne ölçüde karşılık bulacağı henüz belli değil.

Bankalar, enflasyonist riskleri gözeterek kredi faizlerini aşağıya çekmeye yanaşmazken, mevduat faizlerinde de keskin bir düşüş henüz görünmüyor. Yani, piyasanın nabzı hâlâ temkinli atıyor.

Yılbaşında asgari ücret zammının yüzde 20’yi geçmeyeceği yönünde iddialar var. Bu durum milyonlarca çalışan için hayal kırıklığına şimdiden yol açmış durumda. Bugün artık, büyükşehirlerde asgari ücretin tamamını kiraya dahi yetiştiremeyen bir kesimden söz ediyoruz. Ülke genelinde özellikle büyük şehirlerde barınma krizi, sadece dar gelirlinin değil orta gelir grubunun da belini büküyor. Asgari ücretliye verilen her artışın, daha cebe girmeden kira ve gıda fiyatlarıyla eriyip gittiği bir gerçek.

Esnaf kesimi ise, artan maliyetler, azalan müşteri ve yükselen finansman yükü nedeniyle kepenk kapatıyor. Tekstil ve konfeksiyon sektörü, yüksek enerji maliyetleri ve belirsiz kur politikası nedeniyle yatırımlarını yurt dışına taşımaya başladı. Yatırımın Türkiye’den kaçışı, sadece bugünün değil, yarının olası istihdamına da bir tehdit unsuru.

İhracatçıların en önemli şikâyeti, düşük kur. Üretim maliyetleri enflasyonla şişerken, döviz kuru buna ayak uydurmadığında ihracatçının rekabet gücü azalıyor. Bu durumda ihracatçı para kazanamıyor, ülke de döviz girdisini artıracak kaynağını kaybediyor.

Tarımda tablo ise daha da kaygı verici. Tarımsal üretici, artan mazot, gübre ve sulama maliyetleri karşısında ürettiğini satıp kazanç elde edemez hale gelmiş durumda. Kimi üretici tarlasını satıyor, kimi üretici şehre göç edip bulabildiği asgari ücretli işte çalışmayı tercih ediyor. O nedenledir ki, tarımda yaş ortalaması günden güne yükseliyor. Bugün anne babası tarımla uğraşan kesimin çocukları kırsal kesimde kalıp tarım üreticisi olarak devam etmeyi tercih etmiyor. Böyle devam ederse belli bir süre sonra kırsal kesimde tarım yapacak genç nüfus kalmayacak. Oysa bir ülkenin gıda güvenliği, en stratejik meselelerinden birisi, konu ülkenin en yaşamsal konularından birisi. Çiftçi toprağını terk ederse, ithalata bağımlılık derinleşecek ve enflasyon kalıcı hale gelecek.

Bu tabloyu değiştirmek imkânsız değil, ama kısa vadeli palyatif tedbirlerle da mümkün değil. O nedenledir ki, ekonomide, ihracatçıyı destekleyecek, ithalattan caydıracak dengeli bir kur politikası şart. Sürekli baskılanan kur, sanayiciye ve tarımsal üreticiye zarar veriyor. Tarımda girdi maliyetlerini sübvanse etmek, enerji fiyatlarını öngörülebilir hale getirmek ve lojistik destek sağlamak üretimi teşvik eder.

Ve bugünkü yazımın konusu çerçevesinde diyorum ki;

“Barınma krizi konusunda acil adımlar atılmalı, konut piyasasında sosyal konut projelerine ağırlık verilerek bu konuda atılacak adımlar hızlandırılmalı, kiralara etkin denetim mekanizmaları getirilmeli. Aksi halde ücret politikaları tek başına anlamını yitirmeye mahkum. Düşük faizli, uzun vadeli kredi kanalları açılmadan esnafın yeniden ayağa kalkması zor. Çalışanın alım gücünü korumak için vergi yükü azaltılmalı, asgari ücret üzerindeki baskı hafifletilmeli. Sonuç olarak gerçek olan ve bugün yaşadıklarımız, ekonominin sadece rakamlardan ibaret bir tablo olmadığı gerçeği.

Esnafın kepenk indirmesi, çiftçinin tarlasını satarak günü kurtarmaya çalışması, gencin ev bulamaması; hepsi bir toplumun, hepimizin geleceğini doğrudan ilgilendiren kırılmalar. Çıkış için akılcı, üretim odaklı ve uzun vadeli politikalar üreterek uygulamaya koymak şart. Aksi halde ekonomi, günü kurtarma çabalarıyla yarını tüketmeye devam edecek.”