Ülkemiz, bölgemiz ve dünyamız açısından taşıdığı yüksek önem nedeniyle daha önceki birçok yazımda değindiğim gibi suyun canlı yaşamına sağladığı olanakları, konunun yaşamsallığını, bu ve bundan sonraki yazılarımda da vurgulamaya devam edeceğim.

Tüm canlılar için “Olmazsa olmazımız”, yaşamımızın temel kaynağı suyun önemine ve yaşamsallığına vurgu yapmak, konuyu gündemde tutmak, bu konuda öncü olmak adına Birleşmiş Milletler’in (BM) tarafından 1992 yılında 22 Mart’ın Dünya Su Günü ilan edilmesiyle geçtiğimiz yılın 22 Mart’ında TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin “Yaşamı ve Suyu Korumak İçin Mücadeleye Devam Ediyoruz” başlıklı açıklamasından daha önce de yaptığım gibi kaynak olarak yararlanmaya devam ediyorum.

Su kaynaklarının hem dünyada hem de ülkemizde eşit olmayan dağılımı, günümüzde 1.6 milyar kişinin ekonomik su kıtlığı çektiği, yani diğer bir deyişle su kaynaklarının iyi yönetilememesi sonucu yeterli ve sağlıklı suya ulaşamadığı dünyamızda 2030 yılında dünya nüfusunun yüzde 40’ının su kısıtı ile karşı karşıya kalacağı, bu durumun tarihsel olarak su kaynaklarına sahip olma, yönetme ve kullanma açısından ülkeler arasında anlaşmazlıklara ve çatışmalara yol açtığı gibi, gelecekte de küresel iklim değişikliğinin ve gerçekleşecek nüfus artışının ortaya çıkaracağı su kısıtı, su kaynaklarının paylaşımından doğacak ülkeler içi veya devletler arası anlaşmazlıkları yaygınlaştırabilecek, şiddetlendirebilecek bir potansiyeli taşımakta olduğu artık aşikar.

Bütün bunların üzerine her yıl Dünya Su Günü’nde kurumların gerçekleştirdiği faaliyetlerde suyun yaşamsal önemine değinilmesine karşın suyun kalite ve miktarına yönelik tehditlerin, kısıtlı su kaynaklarımız gerçeğinin ve mevcut kirliliğin artışının görmezden gelindiğini gösterdiği, nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme, doğal varlıkların kontrolsüz tüketimi, ormansızlaşma ile birlikte buna bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği süreçlerinin getirdiği baskılar nedeniyle su kısıtlılığının artarak sürdüğü, kaynakların giderek tükendiği, kirliliğin, aşırı doğa olaylarının, dünyada ve ülkemizde yaşam için tehdit oluşturduğu, son 50 yılda sulak alanlarımızın yüzde 50’sini kuruma sonucu kaybettiğimiz ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından su havzalarında yapılan çalışmalardan elde edilen, bana ve yazıma alt yapı olan verilerin, yüzeysel ve yeraltı su kaynaklarımızın kirlendiğini de gösterdiği, havzalara yönelik yapılaşma, sanayi, tarım, madencilik ve benzeri baskıların, yer altı sularımızdaki aşırı çekimlerin, su varlığımızı miktar ve kalite yönünden tehdit ettiği de ayrıca yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Konu ile ilgili yayınlanmış çalışma, rapor, istatistik ve veriler ışığında sürdürmekte olduğum irdelemeleri de bir sonraki yazımda paylaşmayı sürdüreceğim.