Anadolu Ajansı, geçtiğimiz günlerde Efes Antik Kenti’nde Roma dönemine ait bir mermer küvetin bulunduğunu duyurdu. Haberdeki fotoğraflara uzun süre baktım. Mermer o kadar incelikle işlenmişti, formlar o kadar dengeliydi ki, insan ister istemez şunu düşünüyordu: Bunun içinde keyif yapmak, Romalılar gibi yaşamak fena fikir değil.
O an aklıma şu cümle geldi: Basit olan güzeldir. Belki de tüm bu güzellikler zaten hayatımızdaydı; biz sadece şekle, ambalaja ve reklama inanmaya başladık. Her zamanki gibi sorular peş peşe dizildi. Geçmişten bugüne kullandığımız şeyler nelerdi? Hangileri gerçekten “yeni”, hangileri sadece yeniden adlandırılmıştı? İnsanlık ilerliyor muydu, yoksa eski çözümleri daha parlak kelimelerle mi paketliyordu?
Bu düşüncelerle meşgulken Orta Asya’ya uzanan başka bir hikâye çıktı karşıma. Bugünkü Türkmenistan topraklarında yaşayan Oğuz Türkleri, kağnıların üzerine kurdukları çadırlarla göç ediyordu. Bugünden baktığımızda bu, ilk karavan değil miydi? Bugün “mobil yaşam”, “özgürlük”, “minimalizm” diye pazarlanan fikir, yüzyıllar önce bozkırda zaten yaşanıyordu. Sadece elektrik yoktu; ama düzen vardı.
Roma kentlerinde bulunan tarihi küvetler de benzer bir şey söylüyor. Bu küvetler yalnızca mermerin dayanıklılığını değil, insanın temizlik ve arınma ihtiyacının ne kadar kadim olduğunu gösteriyor. Binlerce yıl önce kullanılan bu küvetlere bakınca insanın aklına şu soru geliyor: Biz gerçekten ne kadar ilerledik, yoksa aynı yerde mi dönüp duruyoruz?
Antik Roma’da sabun yoktu. İnsanlar vücutlarına zeytinyağı sürer, ardından “strigil” adı verilen metal bir aletle yağı ve kiri kazırlardı. Bugün raflarda gördüğümüz “yağ bazlı temizleyicilerin” atası buydu. Ambalaj değişti, isim değişti, fiyat arttı; ritüel neredeyse aynı kaldı. Roma hamamlarında mineralli sular, tuzlar ve bitkiler kullanılırdı. Lavanta, defne, biberiye… Bugün spa merkezlerinde “aromaterapi” diye sunulan uygulamalar, Roma yurttaşı için gündelikti. Caldarium’da terleyen beden frigidarium’da kendine gelirdi. Biz buna şimdi “detoks” diyoruz. Onlar içinse bunun özel bir adı yoktu; hayatın kendisiydi.

Pompeii’de de evlerin kapı önlerine yerleştirilen mozaik yazılar “Cave Canem” gibi bugünün paspaslarının ve kapı önü uyarılarının atasıydı. İnsanlar eve girerken ayaklarını siliyor, zihinsel olarak da dışarıyı kapının önünde bırakıyordu. Bugün sadece malzeme değişti. İtalya gezimde rehber şunu söylemişti; Herşey icat edildi yeni hiç birşey yok” galiba haklıydı!
Aslında bu benzerlikler hayatın her alanında karşımıza çıkıyor. Bugün kullandığımız pek çok cerrahi aletin ; neşter, cımbız, kemik testereleri tasarımı, Antik Roma ve Mısır’da kullanılan formlarla neredeyse aynıdır. Çünkü insan bedeni değişmedi. Değişmeyen bir şeye karşı geliştirilen çözüm de değişmek zorunda kalmadı. “İlkel” sandığımız ama aslında dâhice tasarlanmış icatlara baktığımızda tablo daha da netleşiyor:
Tekerlek, M.Ö. 3500 civarında Mezopotamya’da ortaya çıktı. Önce çömlekçi çarkıydı, sonra dünyayı döndürdü. Romalıların volkanik külle ürettiği beton, bugün hâlâ ayakta duran yapılar yarattı. Modern betonun atasıydı. Merkezi ısıtma sandığımızdan çok daha eskiydi; Romalılar evlerini yerden ısıtıyordu. Kağıt, Mısırlıların papirüsüyle başladı, Çinlilerin selüloz esaslı kağıdıyla bugünkü hâlini aldı. Zamanı 60 dakikaya, daireyi 360 dereceye bölen Mezopotamyalılardı. 365 günlük takvim Nil’in taşkınlarını hesaplamak isteyen Mısırlıların ihtiyacından doğdu. Sıfır, Mayalar ve Hintliler sayesinde “hiçlik” olmaktan çıkıp matematiğin temeli oldu. Kişisel bakımda da tablo farklı değil. Antik Mısır’da sürme yalnızca estetik değil, güneşten korunma aracıydı. Parfümler, kokulu yağlar, kil maskeleri… Bugün “kişisel bakım rutini” dediğimiz şey, binlerce yıl önce zaten vardı. Diş macunu yerine sert mineralli tozlar, nane ve tarçınlı karışımlar kullanılıyordu. Ağız kokusuyla mücadele bile yeni değil.
Bütün bunlar şunu gösteriyor: Antik medeniyetlerin binlerce yıl önce geliştirdiği çözümler, bugün modern teknolojinin gölgesinde kalsa da hayatımızın her anında yaşamaya devam ediyor.
Bu yüzden tarihi bir küvet bulunduğunda mesele sadece arkeoloji değildir. O küvet bize şunu söyler: İnsan değişmez, yalnızca adlandırma biçimi değişir. Dün zeytinyağıydı, bugün “organik vücut yağı”. Dün kil vardı, bugün “mineral maske”. Dün hamam vardı, bugün “wellness”. Dün kağnı üstünde çadır vardı, bugün karavan.

Bence insan gerçekten ilerledikçe değil, karmaşıklaştırdıkça uzaklaşıyor. Reklam, isim ve etiket; deneyimin kendisinin önüne geçtiğinde basit olan değersiz sanılıyor. Oysa tarih bize şunu gösteriyor: işe yarayan, iyi hissettiren ve sürdürülebilir olan şeyler çoğu zaman zaten çok sade.
Ama biz çoğu zaman basiti değil, ambalajı severiz.Şekil, söz, jest, hediyeler…Hepsi ikna edicidir. Oysa ikna başka, gerçek başkadır. Taklit edilen şeyler parlak olur;ama sıcak olmaz. Gerçek olan basittir. Gösterişsizdir. Ama nettir.
Burada yeniyi kötülemiyorum. Ambalajın varlığını da inkâr etmiyorum. Mesele süsü reddetmek değil; süsü, özle karıştırmamak. Çünkü ambalaj dikkat çeker. Ama gerçek kalır. Belki de asıl soru şudur: Biz gerçekten yeni bir şey mi üretiyoruz, yoksa eski olanı pahalı hale mi getiriyoruz
Ylz der ki; basit olan gerçektir, gerçek ise çok net !