Söylemesi kolay:
“Yan etki gördüğünüzde hemen doktorunuza danışın”
“İlacın dozunu ayarlamak için doktorunuza danışın”
“Şu şu hastalığınız varsa ilacı kullanmadan önce doktorunuza sorun”
Son 22 küsur yılda Türkiye’de ciddi sağlık reformları yapıldı. Mimar, işçi, esnaf bir tutuldu, hepsi aynı hastaneye gidip muayene ve tedavi olabiliyor.
Devasa hastaneler inşa edildi.
Hepsi çok güzel.
Bir de “Randevu sistemi” kuruldu.
O da güzel.
Ama gelin görün; doktora ulaşmak, erişmek, danışmak hayal oldu.
Ülke insanının yarısından çoğu tansiyon ya da kalp konusunda sıkıntılı. Bu insanların yüzde 90’ı kalp hekimine ulaşamıyor.
Kanser hastaları öyle.
Göz öyle, psikiyatri öyle, nöroloji öyle.
Randevu sistemi, size bu imkanı sunamıyor.
Üniversite hastanelerinde dalında uzmanlaşmış hocalar, sayılı günde, sayılı hastayı kabul ediyor. Yüksek paralar alıyor ve ona muhtaç nice hastayı çaresizliğiyle baş başa bırakıyor.
‘İlkel’ sistemde bu sorunlar yoktu. Üstelik hekim seçme özgürlüğünüz de vardı. Biraz sıra bekler, sonra ilaç sırasında işkence çekerdiniz ama sonuçta “Doktora ulaşamadım” demezdiniz.
Sonuçta bu tablo, gözden geçirilmeyi gerektiriyor. Türk insanı, hastanelerde canını nereden mezun olduğu bilinmeyen Suriyeli, Iraklı doktorlara teslim etmek istemiyor.
Sağlıkta reformun ilk maddesi, nitelikli hekime ulaşma özgürlüğü olmalıdır.
Buna hepimizin hakkı var.
Bakanlık onayı şart da...
Belediyelerin tepesinde şimdi bir yeni Demokles kılıcı var:
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı.
Eskiden İmar ve İskan Bakanlığı bu görevi üstlenir ve sadece imarla ilgili mevzuat konusunda müdahil olurdu.
Şimdi İller Bankası kesintilerinin yüzde 40’a varması nedeniyle mali kriz içine giren belediyeler, haklı olarak maliki olduğu gayrimenkulleri satışa çıkarıyor. İstiyor ki, satışı bir an önce yapsın, parasını bir an önce alsın ve hizmetini sürdürebilsin.
Böyle kapsamlı bir organizasyona hazırlıklı olmayan bakanlık da mecburen işi ağırdan alıyor, başvuru dosyalarını alabildiğine geç karara bağlıyor.
Bunun sonucuna “Hantal bürokrasi” denir. Hantal bürokrasi, belediyeyi de, insanı da bezdirir, elini kolunu bağlar ve sonuçları hiç de hoş olmaz.
İşini içine bir de siyaset karışınca ve fırsat eşitliği kavramı rafa kaldırılınca işte ortaya böyle hiç de hoş olmayan manzaralar çıkıyor.
Adı geçen bakanlığın, bu anlamda; iktidardaki siyasi partinin üst kurullarından daha etkili bir politika izlediği tartışılır hale gelmiştir.
Demokles’in Kılıcı, kınına girmeli ve belediyeler özgür bırakılmalıdır.
Su faturaları iflas ettiriyor
İzmir Ziraat Odası Meclisi, Cengiz Derici başkanlığında zaman zaman toplanır ve tarımdaki güncel sorunları tartışır.
Oda Meclisi, son olarak Kırklar’da böyle bir toplantıyı gerçekleştirdi.
Gündemin bir maddesi de İZSU faturaları idi. Üyeler, 400 liralık su harcamasına rağmen 4 bin liralık fatura geldiğini, aradaki farkın ilçe belediyelerine verilecek atık su bedeli olduğuna dikkat çektiler ve bu yüksek faturalar yüzünden küçük çiftçilerin ve aile hayvancılığı yapanların birer ikişer iflas ettiğini dile getirdiler.
Söz konusu farkı, ilçe belediyelerin meclisleri belirliyor, Büyükşehir onaylıyor.
Yani İZSU, bile bile yanlış yapıyor, can yakıyor.