Geçtiğimiz gün rastlantısal bir karşılaşma, bana uzun zamandır yaşamadığım bir aydınlanma yaşattı. Her fırsatta Z kuşağından şikâyet eden biz orta kuşaklar için, bu tanışıklık adeta bir tokat gibiydi. 17 yaşında, pırıl pırıl bir delikanlı: Efe.

Sıradan bir gün, sıradan bir ortamda başlayan bu tanışıklık, sıra dışı bir sohbete dönüştü. Edebiyattan sanata, sanattan insanlığın varoluşuna kadar uzanan uzun bir sohbet. Şaşkınlıkla dinledim. Bilgiye olan açlığı, fikre olan saygısı ve hayata olan farkındalığı beni büyüledi.

Kendisinin lise son sınıf öğrencisi olduğunu, üniversite sınavına hazırlandığını öğrendiğimde, doğal olarak bir eğitimci refleksiyle birkaç küçük “öğüt” vermek istedim. Lafı dolandırmadan, “Telefonu elinden bırakman lazım Efe” dedim.

Ancak Efe'nin verdiği cevap, bir ömürlük ders niteliğindeydi: “Hocam, ben zaten telefon kullanmıyorum. Ortalama bir insan günde 2 saat telefonla vakit geçiriyor. Bu, 80 yıllık ömürde 10 yıla denk geliyor. Benim için ilk ve tek yaşayacağım hayat bu. Ve hayat, ekrandan izlenecek bir şey değil. Kaçırmak istemiyorum.”

İnanamadım! Tekrar sordum: “Emin misin? Gerçekten mi?”
Ve o sakin ama kararlı bir sesle devam etti: “Evet. Kitap okumak, arkadaşlarımla konuşmak, kendimi geliştirmek; bir ekrana bakmaktan çok daha değerli. Hayat orada değil hocam, burada.”

O anda içimden geçen tek cümle şuydu: “Ben ne zaman bu kadar körleşmişim?” Günlük yaşantımızda 'sadece biraz bakıyorum' dediğimiz ekran süresi, aslında hayatımızdan yıllar çalıyor. Türkiye'de bir birey, günde ortalama 2 saat 30 dakikasını sosyal medyada geçiriyor. Bu, yılda yaklaşık 38 gün, yani ömrün yaklaşık 8 yılı demek. Eğer bu süre 3 saate çıkarsa, 80 yıllık bir hayattan 10 yıl yalnızca ekranlara akıyor.

Dünya genelinde tablo daha da çarpıcı. DataReportal’ın 2024 raporuna göre:
Küresel olarak bir kişi günde ortalama 6 saat 40 dakikayı internette geçiriyor.
Gençler bu sürenin neredeyse yarısını sosyal medyada harcıyor.
13-18 yaş arası gençlerde telefon ekranına bakma sıklığı günde 100 kez’i geçiyor.

Evet, teknolojiyle kuşatılmış bir çağdayız ama ekranlarımızdan başımızı kaldırmadıkça hayatın gerçek renklerini göremiyoruz. Hayat; bir gönderiyi beğenmek değil, bir dostun gözlerine bakarak sohbet edebilmekte.
Hayat; bir tweet değil, iyi bir kitabın satırlarında kaybolmakta.
Hayat; story değil, yağmurdan sonra gelen toprak kokusunda saklı.

O yüzden bu yazıyı bir teşekkür niyetiyle yazıyorum.
Teşekkür ederim Efe. Bana zamanın ne kadar kıymetli olduğunu, sosyal medyanın bizden neleri çaldığını hatırlattığın için. Bir ekranın ardına sakladığımız hayatın, aslında önümüzde akıp gittiğini gösterdiğin için.

Ve en çok da, benim gibi nice yetişkine umut verdiğin için…