İnsanlar yapay zekânın neler yapabileceğinden korkuyorlar. Oysa yıllardır kendi gerçekleriyle yüzleşmekten korktular.
İnsanoğlunun en ürkütücü yanlarından biri, belirli bir ideolojinin arkasına saklanıp, o ideolojiyle kitleleri yönlendirme becerisidir. Bu maskelerden birisi, belki de en parlak ve en tehlikelisi hümanizm yalanıdır.
“İnsan hakları”, “özgürlük”, “bireysel gelişim” gibi kavramlar, modern dünyanın gururla taşıdığı rozetlerdir. Ancak bu rozetlerin ardında, parlayan bir ideolojinin karanlık yüzü gizlidir: Hümanizm!
İlk bakışta insanın özgürlüğünü ve onurunu savunur gibi görünür. Ama özü, insanı evrenin merkezine yerleştirir, diğer her şeyi onun hizmetine indirger. İşte bu yüzden diyorum: Hümanizm, bencilliğin felsefi kılıfıdır. Namı diğer bencilizm..
Bu “efendilik” hırsı ormanları yaktı, nehirleri kuruttu, canlıları ticarileştirdi. Artık “doğal olan” değil, “kontrol edilen” makbul. Hümanizm, doğayı anlamak yerine onu dizayn etmeye kalktı. Doğa bir yaşam alanı olmaktan çıktı, bir laboratuvara dönüştü. Sonuç ortada: Tükenen bir gezegen ve içinde kaybolan bir insan türü. Işte bu yüzden yeni mahvedilecek yerler bulmak için uzaya çıktı…
Hümanist akılcılık, bilimi kutsallaştırdı ama vicdanı susturdu. Genetik mühendislikten yapay zekâya kadar her alanda insan artık şu mantıkla hareket ediyor: “Yapabiliyorsam, yapmalıyım.”
Peki ya “yapmamalıyım” sorusu?
Hümanizm o soruyu hiç sormaz. Çünkü merkezde insan vardır, sonuçlar değil. Bilim ilerler, insan geriler.
Hümanist birey, duygularını bastırmayı “aklın üstünlüğü” sayar. Empati yerini stratejiye, vicdan yerini verimliliğe bırakmıştır. İnsan ilişkileri bile artık birer “yatırım” haline gelmiştir. Hümanizm, insanı özgürleştirmek isterken onu yalnızlaştırmıştır. Modern birey, kalabalıklar içinde yapayalnızdır. Hayatımıza giren; kalabalık yalnızlık hümaniz sonucudur.
Hümanizm evrenselmiş gibi sunulur, ama aslında Batı’nın aynadaki yansımasıdır. Kendisi dışındaki kültürleri “aydınlatılması gereken karanlıklar” olarak görür. Bu zihniyet, sömürgeciliği “medeniyet götürmek” bahanesiyle meşrulaştırmıştır. Hümanizm, Batı’nın kendi değerlerini evrenselmiş gibi dayatmasının felsefi maskesidir.
Bir tür kültürel kibir, bir tür entelektüel sömürge.
“Tanrı yok, insan var” diyerek başlayan hümanizm, sonunda “insan tanrıdır” noktasına vardı.
Bilim ve teknoloji, insanın kudret gösterisine dönüştü. Ancak bu “yaratıcı insan”, bir noktadan sonra “yıkıcı tanrıya” evrildi. Doğayı, genetiği, evreni kontrol etme hırsı, artık etik sınır tanımıyor. Ve insan, yarattığı gücün altında eziliyor.
Hümanizm aklı kutsarken duyguyu küçümsedi.
Empatinin yerini hesap, vicdanın yerini çıkar aldı.
Ve insan, kendi doğasından koptu.
Hümanizm, başlangıçta insanı özgürleştirmek için doğmuştu. Ancak zamanla, insanı evrenin tek efendisi yapan bir bencillik ideolojisine dönüştü. Doğayı, diğer canlıları ve hatta kendi türünü bile hiçe sayan modern insan, hümanizmin karanlık sonucudur.
“İnsanı tanrılaştırdığımız yerde, insanlık ölür.”
Nietzsche’nin bu uyarısı, şimdi her zamankinden daha gerçek.
Kalın korkunuzla…