2015 “Paris İklim Anlaşması” ile küresel ısınmanın 2100 yılına kadar 1,5 derecenin altında tutulması hedeflenmektedir.197 ülkeden 191’i bunu onaylamış durumdadır. 2021 itibariyle de Türkiye buna taraf olmuştur. Anlaşmada dikkat çekilen duruma göre dünyanın 2 derece daha ısınması ile ortaya çıkacak felaketlerin yönetilemez olacağıdır. Bu yüzden oluşan sel ve kuraklık risklerinin, göç ve tarımsal üretimi önemli ölçüde etkileyeceğine dikkat çekilmiştir.
İnsan hayatının ve tüm canlıların da bundan olumsuz etkilenmemesi  adına 2019 yılında imzalanan “Yeşil Mutabakat” önemli bir girişimdir. Bu kapsamda 31 Aralık 2025 sonrasında,  geçiş için öngörülen  “Sınırda Karbon Düzenlemesi” de  önemli satır başlarındandır. Artık zorlayıcı tedbirler gelecektir. En fazla karbon emisyonu üreten 20 ülkeden birisi olan Türkiye’nin 2030 yılına kadar % 55 emisyonlarını azaltma taahhüdü hayata geçirilmiştir.
Konunun en önemli muhatabı reel sektördür. Türkiye’nin ihracatı içinde Avrupa Birliği’nin % 50’ye yaklaşan payı, 2024 yılında 110 milyar dolarlık ihracat değeri, ilk anda özellikle ihracat için üretim yapan firmaları etkileyecektir. AB tarafından ‘Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması’ kapsamında altı sektör öncelikli değerlendirilecektir: Demir-çelik, çimento, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen ile tekstil ve hazır giyim sektörlerinin yeşil dönüşüm sürecinden en hızlı ve en fazla etkileneceği öngörülmektedir.

Türkiye bu sürecin neresinde?

Türkiye bu konuda kapsamlı bir çalışma içindedir. Herkesin yakından izlediği İklim Kanunu’nun ilk 4 maddesi TBMM’de oylandı ve geçti. İş dünyası, odalar ve borsalar sürdürülebilirliği ve yeşil dönüşümü desteklemektedir. Ancak mevcut küresel ekonomik belirsizlikler, yüksek finansman maliyetleri, artan üretim giderleri ve daralan iç talep gibi ağır şartlar yeni mali yüklere karşı işletmelerin ciddi riskler altında olduğunu göstermektedir. Karbon fiyatlandırması ve emisyon ticaret sistemi gibi mekanizmaların uygulanması konusunda KOBİ’ler yeterince bilgi sahibi değildir. Bu süreç üretim kapasitesinde daralma, rekabet gücünde azalma ve istihdamda gerileme gibi olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Ekonomik istikrarı gözeten bir çevresel hedeflere ulaşma politikasının desteklenmesi gerekmektedir. Karbon Fiyatlandırması ve Emisyon Ticaret Sistemi doğru tasarlanırsa ekonomimize yeni fırsatlar sunabilir. Süreç, kademeli bir geçiş yaklaşımını benimsemektedir. Reel sektöre ulusal ve uluslararası finansman ve destek mekanizmaları oluşturulmuştur.
İklim, finansal ve sosyal bir problem olduğu kadar bir güvenlik konusu olarak da ele alınmalıdır. 2050 yılına kadar oluşacak iklim finansmanının, yaklaşık 300 trilyon dolarlık bir değeri oluşacaktır. Türkiye, parayı verip teknoloji satın alan bir ülke mi olacak, yoksa üretimde yer alacak mıdır?  Türkiye gelişen ve üreten bir ülke olarak bu sürecin başat aktörü olmak zorundadır. Teknolojilerini geliştiren, dönüşüm maliyetlerini karşılayan bir sanayi ve sanayiciye sahip oldukça piyasaya daha etkin girilir ve derinlik sağlanabilir. İklim sadece bir doğa problemi değildir: sosyal, finansal ve sonuçları itibariyle de bir güvenlik problemidir.
Türkiye’de Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasından etkilenecek sektörler incelendiğinde 800 kadar tesisin mevcut emisyonların % 50’sini ürettiği görülecektir. Bunun da % 85’i sınırda karbon uygulamasına tabidir. Sadece işyerlerine ilave iki çöp kutusu koymak ya da pet şişeleri kaldırıp cam şişeye dönmekle bu dönüşüm sağlanmaz. Organik tarımdan hayvancılığın korunmasına, ağaçlandırmadan su kaynaklarının doğru kullanılmasına pek çok alanda çalışmalar gerekmektedir.